Kemal Sayar: Geçen günlerde bizim üniversitemizde farklı bir fakülteden bir hoca hanımla sohbet ediyoruz. "Ailem sokakta dondurma yememe müsaade etmezdi, babam karşı çıkardı, çocuk aklımla paçasına yapışırdım bana dondurma alması için. Ben çocukluğum boyunca dondurma yemedim, artık yemem," dedi.
Buna benzer çok misaller duyuyorum. Anadolu'da çok kıymetli hassasiyetler var. Lokantalarımızın penceresinde bir cam örtü olurdu. İnsanlar çerde yemek yiyeni görmezdi. Bu hassasiyetleri kaybediyoruz. Ulu orta yemek yiyoruz. Amerika'da görmüşsünüzdür, onlar yemek yemeyi ayıp bir şey olarak kabul etmezler. Ders anlatıyor adam, bu arada da hamburgerini hapır hupur yiyor, kahvesini içiyor. Kahveyi anlıyorum da...
Kul hakkını, göz hakkını unutmamamız lazım. Modern dünya vahşileştikçe insanlar da o vahşilikter paylarına düşeni alıyor. Galibin ahlakıyla ahlaklanma yönünde bir eğilim gösteriyoruz. Kendimizi Garpzede, mağlup gördüğü müz için bizi yenenin ahlakını çok daha kolay benimsiyoruz. Halbuki bizi biz yapan bu değerler, hassasiyetler, inceliklerdir.
Kültürel olarak başkasına hayır demenin ayıp olduğu bilinciyle yetiştirilmiş bir toplumun evlatları olarak, kişisel sınırlarımız ve haklarımızı korumamız konusunda çok da becerikli olmadığımızı söyleye biliriz aslında.
Mühim bir laf vardır: "Hangi mefhumu sonuna kadar götürürsen, kendi zıddına döner!" derler...
Bu mühim ve biraz çetrefil lafı ikinci, üçüncü bir cümleyle izah edecek yerde, bir iki misalle anlatıvermeyi ve böylelikle bugün de bir fıkracık çıkarıvermeyi münasip buldum...
Mesela, nezaket iyi şeydir, değil mi? Hele kelamda nezakete
TBMM Kürsüsünden Atsız'a Hücum: 1962 Mart'ında CHP milletvekili Osman Sabri Adal'ın TBMM kürsüsünden Atsız'a hücum etmesi bazı gazetelerde yer aldığı gibi Millî Yol'da da genişçe yer alır. Konu Tedbirler Kanunu'dur. Başbakan İsmet İnönü ile meclisteki partilerin genel başkanları Adalet ve Anayasa Komisyonu'na bir
Kültürel olarak başkasına hayır demenin ayıp olduğu bilinciyle yetiştirilmiş bir toplumun evlatları olarak, kişisel sınırlarımız ve haklarımızı korumamız konusunda çok da becerikli olmadığımızı söyleyebiliriz aslında.
Antigone: Antik Yunan kökenli bir isimdir.
Anti=(Karşı veya zıt) Gone=(Doğan) anlamına gelir.
Antigone=Karşı doğan veya zıt olan gibi anlamlara gelir.
Okuduğumuz kitap bir tragedya eseridir.
Kral Ouidipus kitabının devamı olan Antigone; Oidipus'un kızı Antigone'nin trajik hikayesini anlatır bizlere.
Oidipus'un oğulları Pollynices ve
"Çocuklar Öyle Çok Soru Sormaz!"
Kimler çok soru sorar?
Siz geçen gün "Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp," mı demiştiniz, bana mı öyle geldi? Aaa, yine soru sordum.
Uzun zamandır bu kadar keyifli okuduğum bir kitap olmadı sanırım. Zaten İngiliz klasiklerini özellikle kadın yazarları ayrı bir seviyorum. Özellikle sıkıcı olmayan akıcı üslubu, genç bir kadının özgür olma mücadelesi o dönemler için dillendirilmesi bile ayıp olan kadının özgürlüğü çok güzel yansıtılmış. Feminizmin tohumlarının ekildiği dönemler diyebiliriz. Kısacası okumaktan en keyif aldığım kitaplar arasına koydum diyebilirim.
Spoiler***
Bu noktada Jane'e sinirlendiğim bir nokta var kaçmasını haklı bulmakla birlikte John'la Hindistan'a gitme isteğine anlam veremedim. Tam da ayakları üzerinde durabilen bir kadın olmuşken sırf aşk acısını unutmak için başka bir erkeğin emrine girmek bana anlamsız geldi. Üstelik bunu Tanrı hizmeti adı altında yapıp amacının Tanrı'ya hizmet olmaması düşündürücü. Her neyse buruk da olsa en azından Jane'nin mutlu olmasına sevindim.
Jane EyreCharlotte Brontë · Can Yayınları · 202031,2bin okunma
Galip Mağluplar
Biz mağlup olduk Bayım
Yedisinde uçurtmamızı alan rüzgara
On yedimizde umudumuzu çalan sisteme
Yirmisine gelmeden bir sınava
Sonrasýnda hayata yenildik