Ayşen

Ayşen
@cokbilinmeyenlidenklem
Dünyanın düz olduğuna tüm dünya inanıyorken, bu bir bilgi miydi mesela? *Burada karıştırmamamız gereken nokta şu: Bilgiyi haklı çıkaran onun toplumsallığı değil, onu haklı çıkaran yöntemlerin toplumsallığıdır.* Yani dünyanın düz olduğuna herhangi bir yönteme dayanmadan inanılıyor olsaydı, buna bilgi dememiz mümkün olmayacaktı. Ancak bilim tarihinden biliyoruz ki dünyanın düz olduğu da belli bilimsel yöntemlerle ileri sürülmüş bir iddiaydı. Bu yöntem dönemin filozofları ve bilim teorisyenlerince kabul görmüş ve bu nedenle uzun bir müddet dünyanın düz olduğu inancını desteklemek için yeterli olmuştu. Erken modern dönemde keşfedilen, bu bilginin batıl olduğu değil, kullanılan yöntemin hatalı olduğuydu. Bugün düz dünyaya inanmak, herhangi bir geçerli -yani kabul gören- yöntemle ortaya konulamayışından ötürü bir bilgi değil, batıl inançtır.
Reklam
Bilgiye giden yolda tecrübenin rolü
Peki, bilgi inançtan mı ibarettir? Hayır. Üzerine bilişsel sistemimizi inşa ettiğimiz tecrübelerimiz de bilgiye dahildir.(...) Ekmeğin bire bir aynısı olan bir oyuncak ekmeği ısırmak, bana onun ekmek olmadığı bilgisini verir. Yani, bilgi inançtan kaynaklanıyor olsa da onun inancın bir türü olarak nitelendirilmesi doğru olmaz.
Ben inanmak değil, bilmek istiyorum :)
Bir inancın, toplumsal olarak onaylanmış birtakım diğer inançlar tarafından desteklenmesiyle bilgi ortaya çıkar. Yani, her türlü bilgimiz, kültürde ve dilde bir şekilde doğrulanmış birer inançtır. Benim adımın Yasin olması, İstanbul'un bir şehir olması gibi veya 55,845g/mol atom ağır lığına ve 26 atom numarasına sahip elemente demir dememiz gibi. Benim nüfus kâğıdım yahut çevrenin bana bu isimle seslenmesi, ismimi bilmeniz için yeterli desteği sağlar. (...) "Kısacası, bilgi, toplumsal olarak kabul gören yöntemlerle inancın haklı çıkarılmasıyla oluşur."

Reader Follow Recommendations

See All
Varsayımlarımızla, gerçekliği öngörür ve yaşamı devam ettiririz. Güçlü varsayımlarımız, inanç formunda dile dökülerek paylaşılır. İnançlarımıza yeterli ve kapsamlı dayanaklar sunabilirsek de bilgi elde ederiz.
Kadın haklarının çok sınırlı olduğu bir toplumda, bu sınırları zorlayarak kısmi de olsa, dönemi açısından kadına hak vermeye kalkışmış birisini ve öğretisini, kadın haklarına engel olarak sunmak, ona yapılmış bir haksızlık değil midir?
Sayfa 280Kitabı okudu
Reklam
Kur'an yorumunda anakronizme düşmek
Ben modern bilgi ve değerlerden yola çıkarak, bu modern bilgi ve değerleri Kuran'da bulamadığım için de onu yadsımıyorum. Kuran'da bunlar zaten bulunamaz, bu dil, biliş, kültür ilişkisine, tarihselci yaklaşıma terstir. Felsefi olarak söylersem, ben anakronizmden kaçınmaya çalışıyorum, bağlama odaklanıyorum, metni tarihsel-yöresel bağlamı içinde okuyorum. (...) Örneğin, Turan Dursun'a yanıt vermeye çalışan Süleyman Ateş'in Kuran yorumu tıpkı Dursun'unki gibi anakroniktir. Dursun modern değerlere ters düştüğü için Kuran'ı yadsırken, Ateş tersine zorlama çevirtilerle Kuran'ın modern bilgi ve değerlerle örtüştüğünü kanıtlamaya çalışıyor.
Sayfa 273Kitabı okudu
Bunun yerine, Kuran'ı tarihsel bağlamı içerine yerleştirerek, kendi söz dağarcığıyla, kendine özgü sözel-literal kimliğiyle ortaya koymak ve tarihsel-yerel bağlamına özgü bir çözüm örneği olarak nitelemek, hem Kuran'a saygı hem de bilimsel yaklaşım açısından daha doğru değil midir? Kuran'ın bir yandan Tanrı sözü olduğunu ileri sürüp, öte yandan ondaki tarihsel unsurları zorlama yorumlarla te'vil etmeye yönelmek, amaçlara odaklanarak modern değerler ışığında onu yeniden yazmaya kalkışmak, derin bir çelişki değil midir?
Sayfa 260Kitabı okudu
Nitekim hem gelenekçiler hem de modernistler, sekülerizme karşıdırlar ve bu açıdan Tanrı odaklı bir düşünsel çerçeveyi savunmaktadırlar, ancak gelenekçiler, Kuran'ın sözel-literal anlamına bağlı kalarak sekülerizmi yadsımaktan yana iken, modernistler, Batı kökenli seküler bilgi ve değerleri, Kuran'ın amaçsalcı yorumu çerçevesinde İslamileştirmekten ve o değerlerin seküler zeminini reddetmekten yanadırlar.
Sayfa 260Kitabı okudu
Kuran'ı anlamada usûl problemi
"Eğer Kuran her şeyi söylüyorsa, hiçbir şey söylemiyor demektir. Eğer Kuran her yere atıfta bulunuyorsa hiçbir şeye atıfta bulunmuyor." Yani ben bugünkü birikimimle, kendime has düşünce yapımla, Kuran'a gidiyorum, Kuran da nasılsa bana doğrudan hitap ediyor, beni bağlayan herhangi bir kıstas yok. Dolayısıyla orada ben aradığımı buluyorum. Bu aslında Kuran'a benim istediğimi söyletmek anlamına geliyor. Eğer Kuran bir şey söyleyecekse o zaman önce Kuran'ın ne dediğini, bunu anlayabilmek için de önce usullerini tespit etmem lazım... Bunun tespitinin koşulu da teker teker bütün nasları değerlendirebilmem; bunun ön koşulu da, bunu Arabi çerçeve içinde yapmam. Yani Rasûlullah'ın, ashabının anladığı manayı vererek... Her halükarda biz Kuran'ın ne dediğini nesnel bir biçimde ortaya koymazsak ve Kuran herkese hitap eder ve herkes de Kuran'da istediğini bulursa o zaman tam bir kaos ortaya çıkıyor ve müşterek hiçbir şey kalmıyor...
Sayfa 256Kitabı okudu
Amaçsalcı tutum ve Kuran'ın maruf'a vurgusu
Korunması gereken, zamanüstü olan özdür. Yani makâsıt... Bu böyle olduğu içindir ki Kuran, muamelât denen hukuksal alanda düzenleme yaparken, sürekli bir biçimde örfe (marufa) gönderme yapar.
Sayfa 253Kitabı okudu
Reklam
İslam modernistlerinin açmazları
Aynı zamanda amaçlar uğruna sözel-literal anlamların aşılması, gelenekçilerin, Kuran'da yer aldığı ve Tanrı sözü olduğunu savundukları için her dönemde geçerli olduğunu söyledikleri Kuran'ın sosyal alandaki ayrıntılı hükümlerinin bir kenara itilmesi, İslam'ın adalet, eşitlik, hak, özgürlük, yasallık vb. genel ve içeriksiz bir takım hükümlere indirgenmesi anlamına gelmektedir. Benzer bir durum, Yaşar Nuri Öztürk örneğinde gördüğümüz gibi, müteşabih kavramıyla, Kuran'ın evrene ilişkin kavramlarına da uygulanmakta ve onların da içeriği belirsiz hale getirilmektedir. Gelenekçi İslam düşünürlerinin de ifade ettiği gibi, bu tutum, içsel (batınî) bir yoruma yönelmek ve Kuran'ın nesnel anlamını dışlamak demektir; çünkü genele indirgenen ve çok anlamlı olduğu söylenen bir sözün nesnel bir anlamının bulunduğunu söylemek oldukça zordur. Bu durum, kimi düşünürlerin dediği gibi, Tanrı'nın belirli ve anlamlı bir şey söylemediği anlamına alınabilir; bu haliyle İslam modernistlerinin bir paradoks içine girdikleri söylenebilir.
Sayfa 255Kitabı okudu
Modernizm ve gelenek çatışması
Bu nedenle, modernist yorum modelleri, geleneksel İslam'ın Kuran yorum modelini bir çok konuda dışlamakta ve Kuran'ı modernist düşünceleri meşrulaştırmada bir araç olarak kullanmayı amaçlamaktadır. (...) Bu sıraladığımız olguların hepsi, gelenekçi İslam düşünürlerinin deyişiyle, Kuran'ın lafzi, yani sözel-literal anlamının aşılması, Kuran ayetlerinin ve kavramlarının tarihsel koşullu içeriğinin dışlanması anlamına gelmektedir. Çünkü gelenekçi düşünürlerin de kaydettiği gibi, Kuran, 7. yüzyıl Arap dilini kullanır; o kavramların içeriği, ya Kuran'ı Kuran'la yorumlama ya da erken dönem sözlüklerle yapılabilir, bu anlamda, Kuran'ın kavramlarının doğru anlamı, oluştuğu dönemdeki Arapların anladığı anlamdır. Modernistlerce, gelenekçilerin, tarihsel öğeleri ön plana çıkaran sözel-literal yorumları aşılmalıdır; çünkü bu sosyal değişim gerçeğini dikkate almamakta ve İslam'ı tarihin belli dönemindeki kültürüne ve o kültüre uygun yorumuna mahkûm etmektir, yani İslam'ı Araplaştırmaktadır. Oysa Kuran'ı her dönemde, o dönemin kültürel koşulları ekseninde yeniden yorumlamak, yani her çağın gerçeklerini dikkate alarak sürekli yorum etkinliğinde bulunmak onu tüm zamanlarda geçerli kılmak için zorunludur.
Sayfa 243Kitabı okudu
İslam modernizminin ortaya çıkışı
19. yüzyıla gelindiğinde, neredeyse tümüyle Batı'nın ve Batı kökenli misyoner faaliyetlerinin etkisi altına giren İslam toplumları, dış baskıların oluşturduğu bir iç refleksle kendilerini eleştiri süzgecinden geçirerek, içine düştükleri durumu anlamaya çalışmışlardır. İşte dış baskıların tetiklemesiyle oluşan bu iç refleks, İslam geleneğinde yer alan tecdit (yenilenme) ve ihya (yeniden canlandırma) kavramının gündeme getirilmesine ve bu bağlamda İslam modernizmi diye bilinen hareketin doğmasına zemin hazırlamıştır. Böylelikle modern İslam dünyasında, gelenekçilerin karşısında bir de modernist düşünürler hareketi oluşmuş, gelenek-modernist diyalektiği gün ışığına çıkmıştır.
Sayfa 241Kitabı okudu
Batı'nın bilim ve teknikte ilerleyişi
Bilindiği gibi Batı, XII-XIII. yüzyıllarda gerçekleşen çeviri faaliyetlerinden itibaren, Doğu'nun bilim ve felsefe kitaplarına ve onlar aracılığı ile Eski Yunan düşüncesine ulaşmış, böylece düşünsel açıdan yeni bir sürece girerek, ortaçağın durağanlığını aşmış, köklü ekonomik ve düşünsel dönüşümü ifade eden Rönesans, Reform, Coğrafi Keşifler, Sanayi Devrimi, Aydınlanma vb. ile bilim ve düşün alanında atılıma geçmiştir.
Sayfa 240Kitabı okudu
Hz. Muhammed ve mucize kavramı
Kuran her ne kadar, hem Hz. Muhammed ve taraftarları hem de karşıtlarınca ısrarla istenilmesine rağmen, "öncekilerin yalanlamış olmaları" gerekçesini göstererek, İslam peygamberine, Kuran dışında olgusal bir mucizenin verilmediğini belirtse de, Kuran dışı İslam kaynakları, çoğunun izlerini Tevrat ve İncil'de sürebileceğimiz birçok mucizevi olayı Hz. Muhammed'e iliştirmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, İslam kelamcıları/teologları da bu konuda Kuran'dan ziyade, hadis literatürüne sarılmışlar, oluşturdukları peygamberlik kuramında da, peygamberin doğruluğunun kanıtı olarak mucizeye önemli bir rol vermişlerdir. Oysa mucize, sadece mucize gösteren kişinin harikulade, başka bir deyişle, kendisini izleyenleri etki altında bırakan bir olay ortaya koyduğunu gösterebilir. İbn Rüşd'ün de ifade ettiği gibi, "peygamberin doğruluğuyla, söylediği şeylerin doğru olup olmadığı sorunu, mucizeden bağımsız bir sorundur." Kaldı ki, Kuran, mucizeyi peygamberliğin doğruluğunun bir kanıtı olarak değil, bir korkutma aracı olarak değerlendirmektedir.
Sayfa 163Kitabı okudu
107 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.