Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hala
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlayayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar zamanla.
Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.
Göğsüme saplanmış bir kılıç gibi keskin ve yakıcı olan bu acıyla öleceğimi düşündüm ama ölemezdim elbette. Yakıcı bir andan diğerine geçerek yaşayacaktım.
“Ölümlüler neye benziyor, söyler misin bana ?”
Bir çocuğun sorusuydu bu ama Prometheus ciddi ciddi başını salladı.
“Bunun tek bir cevabı yok. Her biri farklı. Paylaştıkları tek şey ölüm. Bu sözcüğü biliyor musun?”
“Biliyorum” dedim. “Ama anlamıyorum.”
“Hiçbir tanrı anlayamaz. Bedenleri parçalanıp toprağa karışır. Ruhları soğuk dumana dönüşür ve yeraltı dünyasına uçar. Orada hiçbir şey yemez, hiçbir şey içmez, hiçbir sıcaklık hissetmezler. Uzandıkları her şey ellerinden kaçar.”
Cildimde bir ürperti dolaştı. “Nasıl katlanıyorlar buna?“
“Ellerinden geldiğince.”
Senelerim böyle geçti işte. Bütün o süre boyunca kabuğumu kırmayı beklediğimi söylemek isterdim ama korkarım zamanın sonuna dek bütün o kör acılardan başka bir şey olmayacağına inanarak akıntıyla sürüklenip durdum.
Küçükken bir keresinde ölümlülerin neye benzediğini sormuştum.
…
Annem daha basit bir açıklama getirmişti: Çürümüş etle dolu iğrenç torbalara benzerler.