Fakir ile Zengin
Meşhur Fârisi şair Sadî, kendisine yardım için başvuran bir fakire şöyle der: "Benim param yoktur. İlmim, irfanım da senin işine yaramaz. Çünkü ilim irfanla peynir ekmek alamazsın. Şurada bir zengin yaşar. Hatırın için ona gideyim, senin için rica edeyim." Zengin kişinin yanına gidip, fakir için yardım ister. Zengin adam, çevresindekilerin servetine itibarıyla mağrur bir eda ile Sadî'ye şöyle bir bakar. Sadî'nin ilgi ve iltifatından uzak kalmış olmanın verdiği hisle kinayeli ve müstehzî şöyle der: "Aman efendim, bu ne hâl? Benim bildiğim, zengin kişi, akıl ve irfan sahibinin kapısını çalar. Nasıl olur da siz, bunca ilminiz, irfanınızla bize başvurursunuz?" Şair içini çeker, sonra şu cevabı verir: "Gayet basit. Akıl ve irfan sahibi, zenginliğin de bazı vazifeleri olduğunu biliyor, vakti gelince ona vazifesini hatırlatıyor. Fakat bazı zenginlerin gözleri, fazilet ve şefkatin nurundan, vicdanları da hayır hasenatın zevkinden mahrum olursa kapısını çalan fakirin kendi hâline şükredip, o zengin sanılan biçareye acıması başlıyor."
Bedendeki gözleri değil, sonlu anlağı değil, derindeki, verilenlerin renkli çokluğunun altındakini gören kavram ve us gözünü gereksiyoruz. Denecek ki, tarih böyle işlenirse, a priori bir işlem olur, bu da aslında haksızdır. Felsefe böyle konuşmaların üstündedir. Tözselliği tanımak için insan usla işe başlamak zorundadır. Özellikle tek yanlı düşüngemelerden kaçınılmalıdır; çünkü bunlar tarihi bozarlar, kendileri de yanlış öznel görüşlerden ileri gelirler. Felsefenin böyle şeylerle işi yoktur. Felsefe usun kendisindeki kesinlikle olayların usa uygun geçtiğine inanmış olacak ve doğruyu, bugün güya, geniş görüşlülükle tarihe her türlü a prioriyi taşıyan filologlarda moda olduğu gibi, çarpıtmayacaktır. İde'yi kendisine öndayanak aldığı ölçüde, felsefe a priori olarak iş başındadır. Ama ide kesinlikle oradadır: Bu da usun kendi inancıdır.
Reklam
·
Not rated
OKUYUN !!
Kaçıyor değildi , sadece kendini bekleyenlere doğru gidiyordu. Şimdi size günlerdir ara ara elime aldığım , sürekli okursam cidden akıl sağlığımı koruyacağımdan şüphelendiğim 14 kısa ama derin öyküden oluşan o eserin incelemesiyle geldim. Eee sen hani öykü seviyordun çabuk bitmesi lazım demeyin hemen lütfen arkadaşlar . Çünkü bağımsız öyküler gibi görünse de ortak noktaları var " ölümsüzlük " ve " Nefes" gibi . ( Bu aralar fazla takıldım ölümsüzlük konusuna hayırdır inşallah diyelim :))Bence ağır bir konu hele bi de mitoloji , polisiye ve bilim kurguyla harmanlanırsa varın siz düşünün !! ( Bitmesine son 50 sayfa var hâla , elime almışken düşüncelerimi de yazmak istedim..) Görür görmez aklınıza gelen ilk soruya cevaplandırmaya çalışarak girelim incelememize ;"Peki kim bu Nefes ? " ... Bir rivayete göre MS 580'lerde Göktürk Devletinde bir gözü yeşil bir gözü toprak renginde olan, sırtında kocaman ağaç suretinde doğum lekesi olan ölümsüz biri doğar ve Kam Ana Kambur ona Nefes adını verir. O, zamanın içinde bir görünüp bir kayboldu, medeniyetlerin kurulușuna ve yıkılıişına tanık oldu, tarihe karıştı, tabiat yasalarına aykırı geldi, masumun yanında olduğu da oldu kötülüğe boyun eğdiği de sayısız yoldaşı oldu ama onun gözleri hep Gölge'yi aradı. Her defasında ölen bir kadın ile ölemeyen bir adamın hikayesi dilden dile dolaştı... ... Birbirinden değerli 14 kalemin yer aldığı
Ozancan Demirışık
Ozancan Demirışık
ın düzenlemesini yaptığı eserden bir öykü daha patlatmaya gitmeden diyorum ki farklı tür seven arkadaşlara özellikle tavsiyemdir. Şimdiden keyifli okumalar..
Nefes Rivayetleri
Nefes RivayetleriAyfer Kafkas · Doğan Kitap · 20247 okunma
Gözleri doldu. Beklemenin son demlerindeydi. Ümide yakın değil, Ümidi arzulatıyordu gâipten bir ses Bakışlar mütereddit...
Çocuk ipi saldı; uçurtma tırmandı, önce kumsalın, sonra da okyanusun üstünde o eylül gününün geç maviliklerinde yükseldi de yükseldi. Bir süre onu seyrettim, sonra kadına bir göz atma riskine girdim. Bakışım tüylerinin diken diken olmasına neden olmadı, çünkü ona baktığımı görmedi bile. Bütün dikkati oğlunun üstündeydi. Herhangi birisinin yüzünde o kadar büyük bir sevgi ve mutluluk gördüğümü sanmıyorum. Bunun sebebi de Mike'ın mutlu olmasıydı. Çocuğun gözleri ışıldıyordu, öksürüğü de kesilmişti. "Anneciğim, sanki canlı!" Canlı zaten, diye düşündüm, babamın kentteki parkta bana uçurtma uçurmayı öğretişini hatırlamıştım. Mike'ın yaşlarındaydım ama benim üstünde durabileceğim sağlam bacaklarım vardı.
Sayfa 153
“Sanırım bizden hâlâ kuşkulanıyorsunuz.” Haksızlığa uğramış birinin duygusallığı vardı sesinde. “Ama yanılıyorsunuz. Biz kimseyi öldürmedik. Yapmayı önerenler yıkmaz Nevzat Bey, bir şehrin katledilmesine karşı çıkanlar o şehirde yaşayanları katletmez, yaşamı savunanlar ölümden çare ummaz.” Gözleri çakmak çakmak olmuştu. “Biraz empati kursaydınız, siz de anlardınız bunu. Kusura bakmayın ama peşin hükümler sizin de aklınızı başınızdan almış. Afiş astığımız, yürüyüş yaptığımız, dernek kurduğumuz için bizi terörist sayıyorsunuz. Her kötülüğü yapabilecek eli kanlı katiller olarak görüyorsunuz. Oysa savunduğumuz sizin de şehriniz. Bakın, Balat’ta doğmuşsunuz, en yakınlarınız bu şehrin mezarlarında yatıyor, en güzel anılarınızı burada yaşamışsınız… Biz sizin de hayatınızı savunuyoruz. Hayır Başkomiserim biz kimseyi öldürmedik. Çünkü ölümü yoldaş seçenlerin ölümden başka kazanacakları zafer yoktur.”
Sayfa 489 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Nehir aniden bir dönemeçten savruldu ve her iki yandaki kıyılar yükseldi, Lörien'in ışıkları gizlendi. Frodo bir daha o zarif ülkeye hiç gelmedi. Yolcular artık yüzlerini önlerindeki yolculuğa çevirmişlerdi; güneş önlerindeydi, gözleri kamaşıyordu çünkü hepsinin gözleri yaşlarla doluydu. Gimli açık açık ağlamaktaydı. "En zarif olana son
Pelerini ilk giydiğinde yüreği burkulmuş, gözleri doluvermişti. Çünkü o anda, kendisini kraliçe yapacağım diye evden alan subayın çizmelerinin cila kokusunu duymuş ve ruhu, ger- çekleşmemiş düşlerinin özlemiyle aydınlanmıştı. Artık kendisini öyle yaşlı, öyle bitik, güzel günlerden öyle uzaklaşmış buluyordu ki, en kötü anılarla dolu günleri bile özler oldu. İşte o zaman, verandadaki ortancaları, gün batarken güllerin yaydığı kokuyu, sonradan görme güruhun hayvanca davranışlarını bile nasıl özlediğini anladı. Günlük gerçeklerin en sarsıcı olanlarına bile ko- layca dayanmış olan ateşi sönmüş yüreği, bu özlem duygusunun ilk kabarışında paramparça oluverdi. Üzüntü duyma gereksinimi, yıllar geçtikçe bir tutkuya dönüşüyordu. Yalnızlığı içinde insancıl oldu.
Sayfa 404 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Gece sessizce inerken, yalnız bir ruh sokak lambalarının soluk ışığında kayboluyordu. Yıldızlar, gökyüzünün derinliklerinde parlıyordu, ama onun içindeki karanlık, hiçbir ışıkla doldurulamazdı. Gözleri boşluğa dalmış, geçmişin acı dolu anılarıyla doluydu. Gördüğü her şey, bir zamanlar mutlu olduğu günleri hatırlatıyordu. Sokak köşeleri, park bankları, hatta güneşin altındaki kaldırım taşları bile ona geçmişin acımasızlığını hatırlatıyordu. Artık her şeyin anlamını yitirdiğini düşünüyordu, çünkü içindeki boşluk, her şeyi sarmıştı. Yalnızlık, onun en sadık dostu olmuştu. Her gece, yıldızların altında, yalnızlığın soğuk kollarında uyuyakalıyordu. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyordu, çünkü dünya onun gözünden bakıldığında, sadece bir mezarlık gibi görünüyordu.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.