Tarihi dikkatle incelediğimizde, bencil ve yıkıcı eğilimlerin, insanların birbirlerinden alabilecekleri ya da çalabilecekleri şeylere sahip olmalarıyla başladığını görüyoruz. Avlanacak hayvan azaldığında tarımla uğraşanların zengin tarlalarına saldırılar düzenleyen avcılarla başlayan bu süreç, insanda sahip olma tutkusuyla bencil ve yıkıcı eğilimlerin iç içe ve birlikte gelişmesine neden olmuş ve bugüne dek hiçbir politik düzen bu eğilimleri gerçek anlamda ortadan kaldırabilmeyi başaramamıştır. Çünkü sahip olma eğilimi mülkiyet ve parayla da sınırlanmamış, iktidara ve diğer insanlara sahip olma tutkularını da birlikte getirmiştir. Günümüzde dünyamızı yöneten en önemli güçlerden birinin uluslararası silah ticareti olması, bu iki eğilimin nasıl iç içe geçmiş olduğunun somut bir kanıtıdır. Bu eğilimlerin insanın kendi yarattığı toplumlara da mal edilmiş olması ve insanın kendi yarattığı toplumları denetleyebilecek ve yönlendirebilecek güce yeterince sahip olamaması gerçekten kaygı verici bir olgu.
Gerçek anlamda sevgi, diğer insanları da kendimiz kadar sevebilmeyi içerir, kendimizden çok ya da kendi yerimize değil. Bir başka deyişle, sevgi, diğer insanların seçimlerini kendi seçimlerimiz gibi sevebildiğimizde gerçekleşir. Ama sevgi tek bir yaşantı değil süreçtir. İnsanın kendisini savunmasızca ortaya koyabilmiş olmasının acılarını ve zaferini içeren bir süreç. Mutluluk o anda yaşanılan her şeyi hissedebilmektir. Dünyamızla karşılıklı etkileşimlerimizde keder de yaşanır sevinç de. Mutsuzluk, yaşama katılacak yürekliliği gösterecek yerde, insanın kendi içinde ürettiği ve gerçek dünyayla ilgisi olmayan duygularla yoğrularak kendini yaşamaktan kaçınma sonucu yaşanan bir olgudur. Mutsuz insan, kederine karamsarlık, sevincine kaygı katar, gerçeğini doyasıya yaşayamaz. Çünkü kendine karşıdır. Oysa yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır. Ama bu, içinde bulunduğumuz kısırdöngülerden özgürleşip, her yaşantı parçasının bizi çevreye yönelik yeni bir etkileşime doğru harekete geçirmesiyle gerçekleştirilir. Bir başka deyişle, sürekli yaşantı üretebilmeyi içerir. Dünyamızla beraberliğimizde bu sürekliliği ya da ileri doğru hareket eden süreci gerçekleştirebilmek, kendini yaşamakla eşanlam taşır.
Reklam
ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen sesimi çakallarla boğan gece hüznüme vur acımı soy beni de kuşat boris karlof kadar masum yüzümü karanlığınla frenkeştaynla çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti kalbim ki yıllardır iyiliğe abone nerde bir insan görse bırakır sevgi kuşlarını çünkü o bağışlar yargıçlarını kendi yasalarını kuramayan yargıçlarını
Birçok insan "alma" ve "verme"nin birbirinden farklı durumlar olduğu sanısındadır. Çünkü onlar için birinin sorunlarıyla ilgilenmek ya da ona bir armağan almak "verme", benzeri davranışların kendilerine yapılması ise "alma" anlamını taşır. Ama bu davranışların içsel yaşantımızın gerçeklerini yansıttığını nasıl bilebiliriz? Çünkü bazen verilen şey sevgiden değil, kendimizi yadsımaktan kaynaklanmıştır. Bu sorunun yanıtı "ne" verdiğimiz yerine "nasıl" verdiğimizi anlamaya çalışarak bulunabilir. Kimi insan almadan vermemekte direnir, kimi ise karşılığını alabilmek için verir. Oysa almak ve vermek aynı anda yaşanan olgulardır. Kendimizi hissederek ve hissettirerek verdiğimizde bunu karşı taraf algılar ve o da kendisini hissettirir. Onu hissedebilmek de bize bir şey verir. Bu öylesi bir yaşantıdır ki, o anda insanlar ayrı varlıklar olduklarının bilincinde değildir. Ama benliğini böylesine paylaşmak, bir diğer insana tutsak olmaktan çok farklıdır. Bu, sevginin kendisidir.
Bir deha ürününün derhal takdir edilmesi zordur; çünkü onu yazan kişi olağandışıdır, ona benzeyen pek az insan vardır. Eserin kendisi, onu anlayabilecek ender dimağları zenginleştirerek geliştirecek, sayısını artıracaktır.
Sayfa 103 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Birçok insan belirli bir olay gerçekleşirse mutlu olacağı yanılgısındadır. Mutluluğun kendilerini bulmasını bekler ve mutluluğa "bir şeyler yaşanarak" ulaşılabileceğini göremezler. Bir şeyler yaşamak, bir şeylerle "birlikte yaşamak" anlamına gelir. Duygular insanın içinde oluşan bağımsız yaşantılar değil, dış dünyayla birlikte yaşarken insanın içinde oluşan olgulardır. Bir insan herhangi bir anda " ...'den hoşlanıyor", " ...'i umut ediyor", " ...'a kızıyor", " ...'ye çabalıyor" durumlarından birini yaşar. Bir başka deyişle, yaşantı öznel değil etkileşimseldir. Önce dışta bir olay olup sonradan duygu yaşanmaz. Olay olduğu anda etkileşim de olur. Çünkü olay süregelirken kişinin kendisi de değişikliğe uğramıştır.
Reklam
Geçmişinin tutsağı olan insan, içsel dünyasına inebilme özgürlüğüne sahip değildir; sürekli kendisini gözlemler ve yargılar. Özgür insan ise kendini gözlemlemeden hayata katılır. Bu, gerilim boşaltmak amacıyla yapılan taşkın davranışlardan farklı, bilinçli bir katılmadır. O andaki içsel yaşantısını algılayabilmeyi ve bunu "hissettirebilmeyi" içerir. Bazen yaşanılan bir duygu dile getirildiğinde bu, yaşanılan şeyi hissetmek ve hissettirebilmekten çok, yeni bir yaşantı olabilir. Yaşanılanın ne olduğunu anlatan düşünce kendini yaşama anlamına gelmez. Çünkü insan kendini yaşadığında içerik yerine süreç vardır. Yaşanılanlarla davranışlar aynı anda bir bütün olarak ortaya çıkar. Başka bir deyişle, insan o anda "nasıl" yaşıyorsa öyle "olur"!
Günümüzde mantıklı olmak güçlü olmakla eşanlamlıdır. Ama tüm insanların ortaklaşa kullandıkları Aristo mantığı çerçevesi içerisinde her insanın kendi gerçeklerine uygun bir mantık sistemi de geliştirmiş olması gerekir. Kendi gerçekleriyle yüzleşmeyi göze alamayan insanlar abartılmış üstünlük çabalarına uygun bir mantık geliştirirler. Bu insanların mantığı, korkularına ve yetersizliklerine karşı geliştirilmiş bir savunma sistemi olmaktan öte bir anlam taşımaz. Çünkü bu tür bir mantık, bizim için neyin en iyi olduğuna göre değil, nasıl olmamız gerektiğine göre düzenlenmiş, biçimsel ve içsel dünyamızdan kopuk bir mantıktır. İnsanın söyledikleriyle yaptıklarının farklılaşmasına neden olur.
Dünyada bir cennete inanmıyorum. Çünkü insan evriminin her basamağında her şey bir kez daha üstesinden gelinmesi gereken bir hedefe dönüşür. Kişi, kendisini mücadelede, mücadeleyle ifade eder. Belli bir yüksekliğe ulaşmak için derinliklerden geçmiş olman gerekir.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.