Dünya medyası buralarla ilgili kim bilir şimdi ne tür haberler yapıyordur diye geçti aklımdan. Hiçbir zaman şu kasabadaki bir gencin, oğlunu toprağa veren bir babanın, çocukları cephede olduğu için gözlerine uyku girmeyen bir annenin acısını anlatmayacaklar, anlayamayacaklar dedim kendi kendime. Düşündükçe, bu vahşi ve vurdumduymaz dünyaya olan saygım azalıyordu. Burada olan şeylerden çok daha kötü, çok daha iğrenç durumlar vardı. İnsanlar televizyon ekranının karşısında ve sabah kahvesi eşliğinde gazete sayfalarına bir seri katil soğukkanlılığıyla bakıyorlardı.
Risk almakla almamak arasındaki o ince çizgiyi aştığında insan, öyle yerlere sürükleniyordu ki, çizginin öteki tarafından sonsuz uzaklığa savrulmak an meselesi oluyordu.
"Ne güzel bir ismin varmış senin" diyordum ki Samira yüksek sesle "Biliyor musun biz savaştan kaçtık" dedi. Sanki bana, "Ben senin bildiğin çocuklardan değilim" demek istiyordu. Kısa süreli bir bocalama yaşadım, söyleyecek söz bulamadım.
Kendiliğinden bir ahenk içerisindeydik. Başka amaçlar, başka kaygılar, başka korkularla yaşamın aynı karesinden geçip gidiyorduk. Baş döndüren bu ahengin kimse farkında değildi. Yaşam, küçük ayrıntılarda gizliydi.
Ani iniş çıkışları olmayan insanlara her zaman hayret etmişimdir. Sanki yağmur etkilemez onları hatta bir ayrılık ya da bir savaş görüntüsünde ölü çocuklar; kaldıkları yerden devam ederler yaşamlarına benzer duygularla. Garip.
Mümin: Demek siz sadece malın pahalısını kabûl edersiniz! Pahalı olsun da ne olursa olsun... Fakat Allah'ın, meselâ su gibi, nice nimeti vardır ki, hiçbir bedel onun büyük değerini ölçemez. Bedahet de, bedava olmakla beraber böyle bir nimettir.
Çok güzel, pek güzel, böyle deniyordu ardından, alçak sesle, kimden yanasınız? Başı dik, gözler ilerde, kalbin çarpıntısı ve ruhun yükselişi: Hak'tan yanayız.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.