- Oğlum, sevk-i kaza ve kaderle kızım Atiye ile evleniyorsun. Vâkiâ bu işi gönül rızasıyla ben yapmadım. Fakat ne yapalım, hünkârımız böyle emretmişler. Babanın hatırı için kızımı kurban ettiler. Olan oldu... Hiç olmazsa bundan sonra kendine bir çeki düzen ver, şöyle adamakıllı bir adam olmaya çalış. Ben insandan elinde olmayan şeyleri istemem. Mesela şu boyunu iki karış uzat, demeyeceğim. Allah seni öyle yaratmış, öyle kalacaksın. Biraz daha uzun boylu, biraz daha adama benzer olsaydın elbette daha iyi olurdu. Fakat bu senin elinden gelmez. Bari elinden gelenleri yap. Evvela şu Mülkiye'de okuduğun, ikide bir tekrarladığın yaveleri bir unut. Sonra bu temannaları, bu nezaketi, bu el ovuşturmalarını bırak, ikide bir başını keçi gibi sallama. İnsan ayrı şeydir, keçi ayrı şey. Herkesi kendi hâline bırakmayı öğren. Dikkat ediyorum, bazen odaya girmiş sinek gibi yapışkan oluyorsun. Burnumun ucundan kovuyorum, kulağıma yapışıyorsun. Oradan kovuyorum, başka yere gidiyorsun... Sonunda daima Behçet Bey’in muhtaç olduğu şeyin nasihatten ziyade iyi bir dayak olduğuna karar veren Atâ Molla’nın bu içten konuşmalarla beslenen, gelişen kini yıllarca, ölümüne kadar sürdü.
Üniversitenin kapıları açıldı, sınavlar başladı. Öğrenciler eski hamamın eski kurnalarında terleyecekler gene... Bunca işgal, bunca boykot, bunca gürültü ve lif lif ortaya dökülen çürümüşlüğe rağmen reform rafa kaldırıldı. (...) Eski hamam, eski tas... Yalnız bir değişiklik oldu yeni mevsime girerken: Deniz Gezmiş'i kovdular fakülteden... Deniz Gezmiş'i belki tanımazsınız.Uzun boylu, dal gibi bir genç bu Deniz Gezmiş... Namuslu, devrimci, heyecanlı bir genç... İşgal hareketlerine, boykot hareketlerine katılmış, polisten cop yemiş, dayak yemiş, gık dememiş. Akranları gibi, o çay senin bu çay benim, o sinema senin, bu sinema benim diye gezecek yerde bir namussuz düzenin değişmesi için çırpınmış. Ve belki hatalar da yapmış bu arada, kusurlar, kabahatler işlemiş. Ama bataklık fırtınasının ortasında namussuzluktan bir türlü olağan saymayan yüreğiyle çabalamış durmuş. İşte üniversitede sınavlar başlarken gazeteler Deniz Gezmiş'in Disiplin Kurulu kararıyla fakülteden kovulduğunu yazdılar. Bre utanmazlar diyesi geliyor insanın.Kitap korsanı profesörü baştacı edersiniz, bir tek kitabı olmayan profesörü saygıyla eteklersiniz; nicesinin hırsız, namussuz olduğunu kapalı odalarda itiraf edip adamakıllı bildiğiniz halde sofraya oturup aynı çorbaya kaşık atmaktan utanmazsınız; reform dileklerini uyutur, cümle yalan dolan ve entrikaya eyvallah edersiniz de bir genç çocuktan mı çıkaracaksınız tüm üniversitenin günahını? Bir insanın geleceğini karartmakla mı düzelecek üniversiteniz?
Reklam
Nikita, bu dünyada düzeni her şeyden çok seven ve bundan ötürü de dayak atma gerekliliğine inanan saf, iyi niyetli, işine bağlı, kıt görüşlü insanlardandır.
"Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey."
Sayfa 191 - ZezéKitabı okudu
Çocuğunu dayakla terbiye eden bir toplumda demokratik hayatın oluşması olanaksızdır. Dayak,azar ve utandırma korku_kaygı kültürünün terbiye anlayışıdır. Bu tür yöntemlerin bilimsel anlamda eğitici niteliği yoktur. Çocukken dövülen,azarlanan ve utandırılan çocukların büyüyünce asık suratlı,bıkkın,kaygılı,öfkeli yetişkinler olacağından şüpheniz olmasın.
Sonuçta Clare Bayes'in oğluyla asla karşılaşmıyordum, o benim açımdan daha rahattı, yasak aşkımız açısından da herhalde en uygunuydu. Çocukları işin içine karıştırmamak gerekir. Fazla sorgulayıcı ve duyarlıdırlar. Dramatik ve ürkektirler. Loşluğa da belirsizliğe de tahammülleri yoktur. Her yanda tehlike sezerler, tehlike olmayan yerde bile, o
Reklam
Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikış attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılar ile boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey."
Sayfa 169Kitabı okudu
Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi.
Sayfa 169Kitabı okudu
Kötü hayat, yetersiz giyim kuşam, çok dayak her şeyi özetler. Bu şekilde yaşayan öyle çok çocuk var ki…
On dokuzuncu yüzyılda bile, dedim, sanatçı olmak isteyen bir kadının kimseden destek görmediği belli. Tam tersine, hakir görülüyor, dayak yiyor, öğüt veriliyor, uyarılıyormuş. Buna karşı çıkmaya, itiraz etmeye duyduğu ihtiyaçla, aklı zorlanıyor, enerjisi tükeniyor olmalıydı. Çünkü burada yine, kadın hareketinde onca etkisi olmuş olan o çok ilginç ve karanlık erkek kompleksinin alanına giriyoruz; ‘kadın aşağıda olmalı’dan çok ‘erkek üstün olmalı’ diyen, erkeğin düşeceği tehlike minicik görünse de, tehlike yaratan kişi alçakgönüllü ve sadakatli olsa da sadece sanatın önünü değil siyasetin önünü de tıkayan, gözümüzü nereye çevirsek erkeği oraya yerleştiren, o derinlerdeki arzunun...
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.