Ne zaman kendim olmaya başlasam orada ona da benziyorum . Onun gibi çekip karanlığı karşıma ve yolumu bir daha hatırlayamam arzusu açıyor içimin penceresini .
Ben Sâye , ölümün uzun soluğundan son bir kez dönüp geride kalanların yola devam edişlerini izlemekle cezalandırıldım . Ben Sâye , ölümün ömrüme biçtiği beyaz örtüyü sermeye geldim gövdeme .
Perdem ve kapım hâlâ aralık bu kez ışık süzüyor içeri . Son kez iyiki doğdum . Kırmızı lirizm olup akıyorum hapların içinden , topladığım yüzümden aşağı . Yaş otuz beş , yolun tamamı .
Ey , iki adımlık yer küre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben ! Ön taraftaki sapağı dönmek arka taraftakinden daha hızlı . Tünele çarpa çarpa ulaşıyorum ağız boşluğuna zamanın .
Ne yöne gitsem rüzgâr devirecek gölgesinden uzun yüzümü . Devrilmemek için yaslanmıyorum kendime . Aynalar çarşısında bir sokağa düşmüşüm belki ki . Farklı odalara pay etmiş yüzümü karanlık . Yüzüm dağılan yüzlerimi arıyor . Ağır geliyor bu yüzsüzlük .
Boynumdan büyük işlere kalkışımın son hengamesi olacaktı bu . Son bir savaş daha kaybetmeliyim . Söküp atmalıyım ağırlığını kendimin , sol kaburga dedikleri parçadan .
Adam , bıyıklarının yüreğini gölgelediği yerde uykuya dalmıştı . Uykunun kötülük üzerindeki tesirini gösterir gibi . Sessizlik geçiyordu yan yana duran koltukların arasında .
Aynı kuyuda biriken yağmur suları gibiyiz . Nerde bir çatlak bulsak ordan taşacağız . Sahi ,akan su yolunu bulur muydu ,kayalar dururken önünde ? Ateş dört başı mamur adımların devindiği yerde .
Çocuk kırmızı balonunun ipini yokluyordu bense boynumu . Dünya birden kızıla bulandı , taştı suratımdaki Nil , annemi boğdu . Benim neden hiç kırmızı bir balonum olmamıştı ?
“Buzdan dağı aşabilsem ,ateşi yakabilsem , bir yakabilsem , bir yakabilsem … İçimin buzu dışıma da vurmadan . Gözlerimden anlaşılmadan bu gri ve mavi . Bir yakabilsem …”