Katade der ki:
'' Derler ki: Münafığın (kasıt imanı zayıf kimse olmalı) geceyi uykusuz ve ibadetler geçirdiği nadirdir.''
Gecenin, parlak dolunayı gizlemesi imkansızdır.
Bir Japon efsanesi der ki: Ne zaman ki boşluklara ve çatlaklara bakarsanız veya bakışlarınızı yarı açık bir kapıya yönlendirirseniz o zaman bu hayaletle tanışmak için fırsat yaratmış olursunuz.
“Mithril için,” diye cevapladı Gandalf. “Moria’nın zenginliği cücelerin oyuncağı olan altından ve değerli ta§lardan gelmiyordu; onlann hizmetkân olan demirden de gelmiyordu. Onların hepsini burada buldular gerçi, özellikle de demiri; fakat bunun için kazmalarına gerek yoktu: İstedikleri her şeyi ticaretle elde edebilirlerdi. Çünkü Moria Gümüşü dünyada bir tek burada çıkardı:
Kimileri hasgümüş der ona, Elfçesi mithril’dir. Cücelerin de takmış olduğu bir isim var ama kimseye söylemezler. Altından on kez daha değerliydi mithril, şimdi ise paha biçilemez; çünkü toprak üzerinde çok az kaldı, burada kazı yapmaya ise orklar bile cesaret edemiyor. Maden damarları kuzeye Caradhras’a ve derinlerdeki karanlığa doğru uzanmakta. Cüceler o günleri hiç anlatmazlar; fakat mithril nasıl servetlerinin temeli idiyse, çöküşlerinin de sebebi oldu: Açgözlülük edip çok derinleri kazdılar ve onlan buradan süren şeyi, yani Durin’in Felaketi’ni uyandırdılar. Gün ışığına çıkardıkları kadarının da hemen hemen hepsi orklarm eline geçip bu gömülere göz diken Sauron’a bac olarak gitti.
“Mithril’i kim istemezdi ki! Bakır gibi dövülebilir, cam gibi cilalanabilirdi; cüceler onunla su verilmiş çelikten hemdahasert, hem dahahafifbir metal yapıyorlardı. Güzelliği bildiğimiz gümüşe benziyordu ama mithril’in güzelliği ne karaır, ne donuklaşırdı. Elfler çok severlerdi onu; nice işlerin yanında, kapıla-nn üzerinde görmüş olduğunuz ithildin’i yani yıldızayı da mithril’den yapmışlardır. Bilbo’ya Thorin’in verdiği mithril-örgüsü bir zırh vardı. Acaba o zırha ne oldu? Herhalde hâlâ Uhğ Kazın’daki Belek Evi’nde toz topluyordur.”
Şeytan sizi görmezden geliyorsa bir şeyleri yanlış yapıyorsunuz demektir. Şeytan bakar ve der ki “Bırakın, sakın ellemeyin. Gayet iyi gidiyor.” Fakat şeytan sana geliyorsa muhtemelen bazı şeyleri doğru yaptığın içindir.
Geçmişin ölü tanrılarından ayrıldığımızda her şeyi kaybederiz ve her şeyi kazanırız çünkü teslimiyet anımızda yaşayan tanrı ve tanrıça devreye girer. Tamamen terkedilmiş olduğumuz bir yerden asla terkedilemeyeceğimiz bir yere geçeriz. O bilme anında ruh ve Benlik bir olur. Artık bağımlı değilizdir, muhtaç da değilizdir. Bize sevgi armağan edilmiştir. Açık bir yürekle ruhlarımızı Sevgiliye teslim ederiz.
Jung buna bireyleşme yolu der. Bu yol tüm aldatıcı görünümleri, sahte beklentileri, ölü tanrıları ortadan kaldırır. Nihai olarak bizi çıkmazın kalbine götürür ki gerçek sevgi orada yaşar.
Zerdüşt konuşana şu cevabı verdi: ”Kamburun kamburluğunu alsak canı da alınmış olur. Halk buna inanır. Ve eğer körün gözünü geri versek,dünyada kötü şeyleri çok görür ve bu yüzden kendisine şifa verene lanet eder. Kötürümü yürüten,ona en büyük zararı verir,çünkü yürümeye başlayınca günahlar da onunla beraber harekete geçer. Halk kötürümler için böyle der. Ve eğer halk,Zerdüşt’ten bir şey öğreniyorsa Zerdüşt halktan niye bir şey öğrenmesin? Fakat ben,insanlar arasında bulunalı beri görüyorum ki,birinin tek gözlü,öbürünün sağır,bir üçüncüsünün topal oluşu ve başka birinin dilini,burnunu veya kafasını kaybetmiş olması önemsiz şeydir.
Anlatısal zaman, "aylakça ve tarafsızca harcanacak bir zenginlik biçimidir" der Calvino. Calvino'nun neredeyse havai ifadesini çok yerinde buluyorum: Voltaire'in Candide'ini bugün de seviyoruz, çünkü türü önceleyen bir örnekmişçesine başarılı bir aksiyon filmi gibi işliyor. Doğrudur, her sayfada okuyucu, bitimsiz çeşitlemelerle tırmanan ve artan bir trajedi, işkence ve toplu katliam seliyle bombardımana tutulur, ama olaylar öylesine bir zarafet ve hızla onaya serilir ki çalışmanın büyüleyici temposu okuyucuyu korku yerine neşeli bir canlılıkla doldurur. Voltaire'in eşsiz
keşfi yadsınmaz bir biçimde, yüksek voltajlı deşarjların ve nöbete uzanan bitmez tükenmez patlamaların çılgın birikiminde yatar. Mübalağa ile felsefi bir masal için en uygun zemini hazırlayarak, baş aşağı duran saçma bir dünyanın resmini eksiksiz bir şekilde çizmeyi başarır.