Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim? Diyelim ki yarın ben öldüm, şarkılar da ölür mü benimle? Yapma doktor, bir şarkı hiç ölür mü?
“Yaşamanın hak olması ne acımasız. Nasıl da zorla yaşatıyorlar her şeyi. Bu ortak ruhsal giderden akan bok gibi hatıralar… Hak edilmiş diye yaşayan gariplerin yıkık dökük hayalleri şehrin lağımlarında birikiyor.”
Gülten Hanım’a göre herkes kendi işini idrak edebileceği bir şeye dönüştürmeliydi. İşin özeti, insanlar yıkamayacaklarını anladıkları bir duvar gördüklerinde ona çarparak ezilmesinler, o duvarı süslesinler, boyasınlar, o duvara yaslanıp uyusunlar istiyordu Gülten Hanım.
Genç değiliz. Yaşlı da değiliz. Tedirgin yaşamaya çok alışkınız. Kötü besleniyoruz, kötü yaşıyoruz, sportmen ruhluyuz ama spor yapmıyoruz. Taşralıyız ama her yer taşra olduğu için göze batmıyoruz. Kendimiz gibi olanları çok kolay ayırt ediyoruz ama kendimiz gibi olanlarla dahi çok zor kaynaşıyoruz. Çok az şeye inanıyoruz. Bize öyle öğrettikleri için başarısızlığı sevmiyoruz. Ama el yordamıyla kendi kendimize keşfettiğimiz üzere, başarıyı da sevmiyoruz. Sinik, alaycı ve huzursuzuz. Kişisel gelişime, spritüalizme, ezoterik galaktik bilgeliğe veya burçlara inanmıyoruz. Ne idüğü belirsiz insanlarız. İdüğümüzü arıyoruz.