"Hiçbir uygarlıkta, kent yaşamı, ticaret ve saniyeden bağımsız olarak gelişmemiştir. Ne antik çağda ne de modern zamanlarda da durumun dışında kalan bir durum olmamıştır. İklim, halk ve din ayrılıkları, tıpkı çağların ayrılıkları gibi önemsizdir. Bu, geçmişte Mısır, Babil, Yunanistan kentlerinde, Roma ve Arap imparatorluklarında geçerli olmuş bir kuraldır; tıpkı günümüzde, Avrupa, Amerika, Hindistan, Japonya ve Çin kentlerinde geçerliliğini koruduğu gibi. Bu evrensellik, zorunlulukla açıklanmaktadır. Gerçekten, bir kent grubu, ancak yiyecek maddelerini dışarıdan getirerek yaşayabilir. Ancak, bu dışalımın, buna denk düşen ya da bununla eşdeğerdeki mamul ürünlerin dışsatımıyla dengelemesi zorunludur. Böylece, kentle çevresindeki kırsal bölge arasındaki sıkı bir karşılıklı hizmet ilişkisi kurulur. Bu karşılıklı bağımlılığın sürdürülmesi için ticaret ve sanayi vazgeçilmez öğelerdir; sürekli bir alışveriş sağlamak için birincisi, değişim amacıyla mal sağlamak için de ikincisi olmasaydı, kent yok olup giderdi. Kentlerin, ticaretin gelişimine ayak uydurarak nasıl çoğaldıklarını belirlemek kolaydır. Kentler, ticaretin yayıldığı tüm doğal yollar boyunca belirlemişlerdir. Ticaretin ayak izlerinden doğmuşlardır denebilir. Önce yalnız deniz kıyılarında ve ırmak boylarında ortaya çıkmışlardır. Daha sonra, ticaret yayıldıkça, bu ilk etkinlik merkezlerini birbirine bağlayan başka kentler kurulmuştur.