Düşünen ego, gerçekten de Kant’ın “kendinde şeyidir”: diğerlerine görünmez ve öz-farkındalığın benliğinden farklı olarak, kendine görünmez, yine de bir “hiçbir şey olmayan”dır.
"Böylesine tutkulu bir aşkın kökeninde, bu bilincinde olunmayan mülahazaların yanı sıra önümüze böylesine doğrudan
çıkmayan ya da gözümüze ilişmeyen başkaları da olacaktır. Bundan dolayı burada sadece bir beden yapısı uygunluğu değil aynı zamanda babanın iradesi ile ananın zekası arasında özel bir örtüşmenin bulunduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu sonuncu uygunluk neticesindedir ki sadece onlar tarafından son derece belirli bir varlık, kendi-nde-şeyinu (" Ding an sichll) doğasında yer aldığı için bizce bilinmeyen sebeplerden ötürü, varlığını türün koruyucu ruhunun göz önünde bulundurduğu bir varlık olarak dünyaya getirmiş olur."
Neyi duyumsayacağımıza kendimiz karar veremeyiz; duyumlar kendilerini dayatır ve istesek de istemesek de bizi etkiler. Ama insan duyusal bir varlıktan ibaret değildir. Bizler ussal varlıklarız aynı zamanda."
"Açıkla lütfen!"
"Duyusal varlıklar olarak bütünüyle doğal düzenin parçasıyız. Dolayısıyla nedensellik yasasına tabiyiz. Bu açıdan bakınca özgür bir irademiz bulunmuyor. Ama ussal varlıklar olarak duyumlarımızdan bağımsız haliyle dünyada -Kant bundan 'das Ding an sich', yani 'kendinde şey' olarak bahseder- bir yerimiz var. Yalnızca ahlaki tercihler yapmamıza olanak sağlayan 'pratik aklımıza' uymakla özgür bir iradeye sahip olabiliriz. Çünkü ahlak yasasına boyun eğdiğimizde, kendi uyacağımız yasayı yine kendimiz ortaya koymuş oluyoruz."