Hıristiyan Avrupa karanlıktan çıkarken, İslam dünyası karanlığa girdi
İslamiyerin yükseliş devresinde, her ne kadar bilim karşı­sında olumlu işlev gören bir döneme rastlıyorsak da, bilim karşıtı tutum tüm dinlerin tarihine egemen olacaktır. Bunun sonucu bilimsel gelişmelerin içine girdiği durgunluk, İslamiyetin, 10, 11. yüzyılları hariç 15. yüzyıla, Rönesans'a kadar sürecektir. Rönesans'la birlikte, Hıristiyan dünyasında bilimsel gelişme önündeki engeller parça parça geriletilmeye başlarken İslam dünyasındaki durgunluk, günümüze kadar devam edecektir. Çünkü, İslamiyetin egemen olduğu toplumların iç dinamiği, Hıristiyan toplumlarda olduğu gibi, dini engelleri geriletecek bir etkinlik gösterebilmekten uzak kalmıştır. Dinler, doğanın yorumlanması, anlaşılması ve ona hükmedilmesini amaçlamaz. Tam tersine bu "boş ve aldatın" dünyanın, Allah'ın emirleri doğrultusunda en iyi "kul" olarak geçirilmesi ve "öbür dünya"nın sözde cennetine hazırlanıl­ması şeklinde, insan bilincini körelten bir işlev görür. Bilimsel gelişme ise doğanın anlaşılmasını, ona hükmedilmesini, bu dünyanın yaşam potansiyelinin en iyi biçimde değerlendiril­ mesini ve öbür dünya masallarıyla avunmanın boşluğunu ortaya koyar. İşte; nesnel olarak her gelişmede dinsel dogmaları etkisizleştirme işlevi gördüğü ve daha da ötesi, kör inanç yerine her şeyin sorgulanması gereğini ortaya koyduğu içindir ki bilim, ama özellikle de onun felsefesi dinler tarafından hep engellenegelmiştir.
Dinler tarafından egemenlik altına alınma çabalarına rağmen bilim, tek tek bilim emekçilerinin ve onları zorlayan maddi koşulların ürünü olarak gerçekleştirdiği birikimler sayesinde, Rönesans patlamasının koşullarını oluşturmuş ve sonrasında hızlanan bir evrim içine girmiştir. Hıristiyan dünyada bilimsel karanlığın yaşandığı dönemde Müslüman dünyada gelişen çeviri ve yorumculuk esasına dayanan bilim, kısmi bir gelişme gösterdiyse de Gazzali'de ifadesini bulan din felsefesinin karşı saldırısı sonucunda, pek fazla somut ürün veremeden ta günümüze uzanan bir karanlığa gömülmekten kurtarılamamıştır
Reklam
Paleontoloji bilimi ve dinlerin yaratılış mit'i
"Evrim kuramma giden yolun başında jeoloji ve paleontoloji (fosiller bilimi) vardır. 18. yüzyılın sonlarından başlayarak doğabilimciler daha alt (daha eski) katmanlardaki fosillerin daha yalın canlılara ait olduğunu, yukarı katmanlara (daha yakın zamanlara) doğru çıkıldıkça fosillerin giderek daha çeşitli ve daha karmaşık canlıların varlığını gösterdiğini gözlemlediler. Fosillerin incelenmesiyle dünyada bugün var olmayan çok çeşitli canlı türlerinin vaktiyle yaşamış oldukları anlaşıldı. Fosiller, ayrıca, canlı türlerinin, içinde yaşamış oldukları doğa koşullarına (iklim gibi) uygun değişiklikler geçirmiş oldukları­nı gösteriyordu. Örneğin arkeopteriks gibi 'ara' canlıların fosilleri, kuşların, ilkel sürüngenlerden evrim geçirerek ortaya çıktığını kanıtlıyordu. Böylece İncil'deki (ve tabii Kur'an ve hepsinin temeli Tevrat'taki) yaratılış hikayesine inanmak gittikçe daha güçleşti.
"İlk insan" Adem
Bizim gibi bir insan olarak tasavvur edilen "Adem" ancak 5-6 bin yıl öncesinde yer alır. Halbuki insanlık tarihi, bunun en az 300 katı öncesine uzanmaktadır. Dahası, dini kitaplarda geçen Adem'e rastladığımız zaman aralığında da dünyada, artık tek bir Adem veya Adem ailesi değil, farklı kıtalarda, farklı renk, dil ve ırklarda, geliş­kinlik düzeyleri farklı ve çoğu birbirinden habersiz olan, binlerce Adem(!) yaşamaktaydı. Dolayısıyla, bilimsel gerçekler gösteriyor ki, insanlık tarihinin başlangıcında, Adem gibi bir yaratığa yer olmadığı gibi, doğa-üstü güçlerden, insana hediye edilmiş en küçük bir bilgi de söz konusu değil.
Dinler Tarihi Meğer Çok Oynakmış Satır aralarına en değerli ilmi sır bilgileri yazmak bu yazın ustasının en değerli hüneridir. Tarihi olan kültürü olan ve sır taşıyıcıları tarafından değiştirilmesine asla izin verilmeyen bir tek Türkler var. Zaman zaman devleti yöneten gafletler yüzünden yaşanır gerilemeler. Dijital peygamberler dinler
Tevrat-İncil-Kur'an üçlüsünün sunduğu Tanrı imgesi
Tanrı'nın köleci ve ilkel olması durumunda her şeyden ön-ce, yaratılanlar "kul" ilan edilecek ve bu durum her fırsatta başlarına kakılacaktır. Dahası eşitsizlik hayatın temel kuralı olacak, yığınsal sefalet ve ölümler, günümüze dek insanlığın baş belası olmaya devam edecektir. Elektiriğin, motorun, hatta yazının bulunması için bile binlerce yıl geçecek, insanoğlu, çıplak ve mağaralarda yaşamak zorunda kalacağı asırlar geçirecektir. Bunlar yetmezmiş gibi bir yandan şeytan başından eksik olmayacak, diğer yandan da cehennemin ateşiyle tehdit edilip duracaktır. Üstelik şeytanın oyununa geldiler diye insanlar toplum toplum, şehir şehir, Allah'ın yıldırımları, depremleri, fırtınalarıyla yok edilecektir. Sevgi ve yardım değil, zorluklar ve hesap verme söz konusu olacaktır. Ve ne acıdır ki Tevrat-İncil-Kur'an üçlüsünün insanlara sunduğu dünya yaşamı ve tanrı imgesi, bu tanımlama ile örtüşmektedir.
Reklam
"İnsanlar artık bilimin öğrettikleriyle yetinmeyi öğrenmeli. Kabul edelim; yanılsa da, düşüp kalksa da, dün doğru dediklerine bugün yanlış dese de; eğer bugün bilmek adına bebek adımlarıyla da olsa bir iki adım atabilmişsek bunu dinler ve metafizik spekülasyonlar sayesinde değil bilim sayesinde yapabildik..."
Sayfa 139 - e-bookKitabı okuyor
Dinler, hepsinden öte gerçek din, bizim anlamaya dahi başlayamayacağımız ölçüde beceriklidir. Eğer bilim bu konuda çalışıyorsa, gerçek git­ gide yayılacak ve dinin insanların kalp­lerindeki kaygıyı dindirmek için daha da fazla gerekçesi olacak.
Sayfa 83 - 6:45
Dinlerin bilim diye bir derdi olmamıştır.
Dinlerin, doğanın yasalarını kavramaya, daha ötesi kendisinin yarattığı iddiasına rağmen bu yasaları bildiğine ilişkin en küçük bir ipucu olmadığı gibi, insanlara kitaplarında böylesi bilgiler vermemiştir. Onun bilim diye bir derdi de olmamıştır; çünkü din kitapları insanı, doğaya hükmetsin, onu üretsin diye değil, sadece "öbür dünya"ya hazırlanırken belirlenmiş kurallar çerçevesinde iyi bir "kul" olarak yaşasın diye yaratılmış bir canlı olarak görürler. Oysa bilim, tamamen bu dünyaya özgü, yaşam üzerinde egemenlik kurmanın yöntemidir. Bu iş­levsel zıtlık nedeniyledir ki bilim ile din daha en temelde karşıtlık içindedirler.
"Sonunda, hayal kırıklığı içinde din yaşamını terkettim, başarısızlık ve yetersizlik yükünden kurtulunca da Tanrı inancımın sessizce kayıp gittiğini hissettim. Elimden geleni yapmış olmama karşın, Tanrı, yaşamımda hiçbir gerçek iz bırakmamıştı. Artık endişeli değildim, kendimi suçlu da hissetmiyordum. Tanrı, gerçeklik olamayacak kadar benden uzaklaşmıştı. Ama dinle olan ilişkim devam ediyordu ve Hristiyanlık tarihi ile dinsel deneyimin yapısıyla ilgili televizyon programları yaptım. Dinler tarihini daha fazla öğrendikçe, daha önceki korkularım daha çok doğrulandı. Çocukken sormadan kabul ettiğim öğretiler, gerçekten uzun bir zaman içinde ortaya çıkmış insan işiydi. Bilim Yaratıcı Tanrı'yı elden çıkarmış görünüyordu ve Kitabı Mukaddes üstüne çalışanlar İsa'nın hiçbir zaman tanrısallık iddia etmediğini kanıtlamışlardı. Saralı biri olarak, daha çok nevrotik nedenlerle görümler gördüğümü biliyordum azizlerin görüm ve vecdleri de böyle basit zihni tuhaflıklardan mı kaynaklanıyordu? Tanrı, gittikçe daha fazla insan soyunun kendisini kurtardığı sapkınlık olarak görünmeye başlamıştı."
719 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.