Dokuz bin bilmem kaç metre aşağıda dünya, okyanus, çalkalanan karanlık dalgalar varken sizin işte burada, hepsinin üstünde havada asılı halde olmanız, bambaşka bir günün şafağına doğru satte yüzlerce kilometre hızla ilerlemeniz. Bu zamansız zamanda, zamanın bir ölçü birimi olarak bir süre nasıl da anlamsızlaştığı, mesafenin de öyle, bir de geldiğimiz yer ile sonunda vardığımız yer arasında, kendimiz sandığımız kişi ile sonunda olduğumuz kişi arasında katettiğimiz mesafeler. Atlantik ötesi yolculuğun, en azından böylesinin kızının çağında -kimbilir- belki de söz konusu olmayacağı ve geçmişte kalmış bir devrin en grotesk yozlaşması gibi görüleceği. Her şey sonsuza dek sürecek sanıp öyle yaşıyoruz -en azından sen öyle yapıyorsun- ve geriye dönüp baktığımızda, asıl önemli şeylerden çok nadiren bahsettiğimizi görüyoruz. Bütün bu kelimeler, bu binlerce kelime, hiçbiri de asıl gerekenler değil, gerçekten anlamı olabilecek hatta bir şeyleri değiştirebilecek kelimeler bir avuç. Ve yine, bu kez daha bile acil tarafından, insanlar değişebilir mi yoksa şimdiden çok mu geç, her zaman çok mu geçtir? Yoksa her şeyin mümkün olduğu bir dar aralık daha var mıdır hep? Üstelik bunlar meselelerin sadece bir kısmı.
Sayfa 120Kitabı okudu
“Her söylenen söz, bir biçimde insanın kendi kendini onaylaması. Karşısındakine bir şey anlatmak istese de gene kendi gerçeğini, bilmişliğini ya da doğru algılayışını kanıtlamak için söylenen sözler.”
Sayfa 12 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Altın Boynuz ve Palamut
Strabon, Haliç'i geyik boynuzuna benzetir. İ.S. 1. yüzyıl Latin yazan Yaşlı Plinius ise Haliç'ten "Alnn Boynuz" olarak söz ederek, niçin o şekilde adlandırıldığını da söyler: " ... Marmara Denizi'ni Karadeniz'e bağlayan Trakya Boğazı'nda (İstanbul Boğazı), Avrupa ve Asya'yı ayıran Boğaz'ın en dar yerinde, Asya yakasındaki Kalkhedon yakınında, dipten yüzeye doğru suyun arasından parıldayan şahane beyazlıkta bir kaya vardır. Palamutlar bu kayayı birden bire karşılarında görünce her zaman ürkerler. Sürü halinde dosdoğru karşı taraftaki Byzantion burnuna (Haliç'e) yönelirler. Buranın "Altın Boynuz" olarak anılmasının nedeni de budur. Sonunda tümü Byzantion'da yakalanır."
Byzantion'un Stratejik Önemi
Önceleri Boğaz' dan geçişler, yani deniz yolu önemliydi. Fakat giderek Boğaz'ın bir yakasından öte yakasına, yani Trakya'dan Anadolu'ya geçişler de başlayınca, Byzantion'un stratejik önemi iyice artmıştır. Bilindiği üzere ilk önemli geçişi Pers kralı Dareios İ.Ö. 6. yüzyıl sonlarındaki İskit seferi sırasında yapmıştır. Bu konuda tarihçi Herodotos şunları söylemektedir: " Denizi seyreden Dareios geriye döndü ve Samoslu Mandrokles 'in yapmış olduğu köprüye doğru yelken açtı. Bosporos'u da gördü ve deniz kıyısına beyaz mermerden iki sütun diktirdi; birine Asur, ötekine Hellen harfleriyle, savaşa götürdüğü halklann listesini yazdırdı; imparatorluğundaki halklann hepsinden götürmekteydi. Bütün bu birliklerin hesabı yapılmıştı; donanmayı saymazsak, atlı ve yaya hepsi yedi yüz bindir; aynca altı yüz gemi toplanmıştı. Sonradan Byzantionlular bu sütunlan kente taşımışlar ve Ortosia Artemis sunağını yapmışlardır; Asur yazılanyla dolu bir tek taş Byzantion'daki Dionysos tapınağı için aynlmıştır. Benim hesabıma göre, Dareios'un Bosporos üzerine kurdurduğu köprü, Byzantion ile Pontos Eukseinos'un ağzındaki tapınağın orta yerine düşer." Pers kralı Dareios'un Boğaz'da kurdurduğu köprüden geç dönem antik kaynaklarda da söz edilmektedir. Örneğin Polybios, " ... Söylendiğine göre, Dareios İs kitlere saldırmak için karşı kıyıya geçeceği zaman Boğaz'ın bu noktasına köprü kurmuştu." demektedir. Kuşkusuz bu köprü, gemilerin yan yana dizilerek üzerlerine hanllar atılması ile oluşturulmuştu.
İlginç şaşırtma eylemleri,
Alman Yüksek Komutanlığı, Müttefiklerin Batı Avrupa'ya bir taarruz planladıklarının 1944 yılı boyunca farkındaydı. Ancak İngilizlerin ustalıkla icra ettikleri bir dizi yanıltma faaliyeti, taarruzun nereye yapılacağını öğrenmelerine engel oldu. İngiliz yanıltma faaliyetlerinin ana hedefi, Almanları taarruzun Calais limanı çevresindeki bölgeden
Sayfa 233 - On Üçüncü Bölüm: Overlord Harekâtı, D-Günü (D-Day)Kitabı okudu
Sen garptan geri olduğumuzu söylüyorsun. Zaten herkes bunu söylüyor, elbette doğru bir söz olsa gerektir. Fakat ben daha mühim bir şey söyleyeceğim. Ben hemen etrafımızdaki hayattan geri olduğumuzu söyleyeceğim. Bence ne şark, ne şu, ne bu vardır; etrafımızda gördüğümüz hayat vardır. Bizi yapan bu hayattır. Bütün hususiyetlerimiz oradan gelir. Bu ise kitapta okuduklarımız gibi bir kere için olup bitivermiş şeylerden değildir; daima değişen, değiştikçe bizi de değiştiren bir şeydir.
Reklam
Hz. Isa’yı dağa doğru koşarken görmüşler. “Ya peygamber, neden kaçıyorsun? Aslandan mı, kaplandan mı, ejderhadan mı?” Isa, “Ben peygamberim, bunlardan korkmam!” demiş. “Peki o zaman neden kaçıyorsun?” diye ısrar etmişler. “Ahmaklardan kaçıyorum,” demiş. “Aslandan kaplandan korkmam ama ahmaktan korkarım. Çünkü onların kalpleri karadır, hiçbir söz işlemez yüreklerine.”
Resûl-i Ekrem efendimiz(sav):
"Duanın iki kanadı var(ancak bu kanatlarla uçup yükselebilinir). Bunlar doğru söz ve helâl lokmadır", buyurmuştur.
Hayatta kalmaya çalışmak da zaten bir tür intihar değil midir? Tek fark bunu ölerek yapmıyorsun. Hayatın dışına doğru yürümüyorsun. Duruyor ve bekliyorsun eşikte. Belki bir el uzanır sana diye.
Kartezyen yöntem daima nedenden sonuca doğru ilerlemeye, tümdengelime dayanır. Böylelikle Descartes düşünceden, düşüncenin olgularına ve uzamdan, uzamın özelliklerine doğru ilerleyecektir. Yalnız bir noktada, bu kuralın bir istisnasına göz yumdu: Ruh ve bedenin birliği söz konusu olduğunda nedenden sonuca doğru ilerleyemeyiz. İster düşünceden, ister uzamdan yola çıkalım, uzam ve düşüncenin karşılıklı eylemlerini gerektiren olgulara asla varamayacağız. Burada sonuçtan yola çıkmalı; yani, düşünmekten imtina edip yalnızca yaşamalı.
Sayfa 31 - DescartesKitabı okudu
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.