"benim acılarım ilâhlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar onları karanlıkta bembeyaz gözleriyle görüyorum karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum ikimiz birdenbire austerlitz garı'na gidiyoruz austerlitz gara önüne bakıyor bizden utanıyor bir trene binmek rastgele defolup gitmek istiyorum trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum.."
Sayfa 49 - İş bankasıKitabı okudu
' HAYYAM.- Yok Ömer Gergedan! Hayyam... Hay-yam! ALİ ÜVEYİZ.- Ney? HAYYAM.- Horasan'ın Hı'sı... Azerbeycan'ın A'sı... Sü-reyya'nın duble Y'si... Ananın A'sı... Ma-habbad'ın M'si '
Sayfa 20 - Ortaoyuncular Yayınları pdfKitabı okudu
Reklam
Orhan Kemal nasıl yazmış.
"... İşte gezip dolaşırken beni düşündüren noktalar bunlardır: 1) Öz - Niçin yazıyorum bu konuyu? Ne demek istiyorum? 2) Biçim - Nasıl söylemeliyim? Yukarıdaki öz ve biçim çözümlenmişse, hele bir de nasıl bağlıyacağım kafamda satırlaşıvermişse, değme keyfime. Bir kol cengi sırasına göre canımın o an çektiği İstanbul'un artık hangi lokanta, ya da meyhaneyse, atarım kapağı. Fazla içmem. Neşemi sürdürmek, daha iyi düşünmek için pek pek iki duble. Bu iki duble içilirken, konu kendi kendini yazar da yazar. Size bir örnek: BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE'nin ilk yazılışında Adana'daydım. Kafamda bu öz ve biçimi tespit etmiştim de roman yazıyorum. Köse Hasan'ın ölüm sahnesine takılmıştım. O sırada tam Seyhan kıyısındayım. Kendi kendime mırıldanarak, Hasan'ın hemşerisine vasiyetini en iyi biçimde vermek için nasıl dedirtmeliyim diye, bir, beş, on, tekrarlar yapıyorum. Birden istediğim klişe düştü kafama, “- Kardaşlar, beraber tuz epmek yidik ola ki, benim size hakkım geçmiştir. Benim iflâhım kesik...” falan der ya? Oralara gelince bir an Köse Hasan sanki. Elimde kızım için satın aldığım saç tokası. Hemşerilerime bunu kızıma götürmelerini vasiyet ediyorum. Öyle dokundu ki, başladım ağlamağa. Çevremde insanlar. Görmelerinden de çekiniyorum. Açtım adımlarımı ama hemen kâğıtla kaleme sarılıp o pasajı notladım." Bir önceki paylaşımın anısı böyleymiş. Üstad'ın hatırasına saygıyla...
Beyhude Ömrüm (Öykü)
Adımlarımı attım. Ve içerdeyim işte. Şimdi kimseye belli etmeden süratle felsefe bölümüne yönelmeliyim. Kimler varmış burada, Erich Fromm, Russel falan. Evet şöyle bi kitabı elime alayım sayfalarını karıştırayım da buraya soğuktan buz kesen ellerim ısınsın diye değil de felsefe kitabı almak için geldiğim intibası uyansın insanlarda. Felsefeye
Eski Sevgilim Safinaz'a Mektuplar - 4
Eski sevgilim Safinaz! Sana olan duygularımın ters şeride girip tehlike saçtığını anlamam zor oldu. Beynim zincirleme trafik kazası yaşamış bir otoban gibi. Geçmişe döndüğümde zihnimdeki ölçü birimlerinin bile senden oluştuğunu fark ettim. Söz gelimi yoldan geçen bir kadını tarif ederken, “Safinaz’dan bir karış uzun” diyorum. Ya da birisi
Eğer, sevgilisi kolunun altındaysa bir duble rakıyı ilk kez içiyormuşçasına yudumluyor, bir büyük macera yaşıyormuşçasına doğuşunu beklediği güneşi ilk kez görüyormuşçasına seyrediyor, bir anlık duruşa, bir bakışa, bir tansığa tanık oluyormuşçasına şaşarak, kahkahalar atarak bakıyordu.
Reklam
Evlenmemiş Anne 25 yaşındaydı. Boyu benden uzun değildi. Çocukça yanları olan alıngan bir adamdı. Tipi hoşuma gitmedi, hiç de gitmemişti zaten. Ama onu işe almak için buradaydım. Adamımdı. Onu sıcak bir barmen gülümsemesiyle karşıladım. Fazla abartıyorum belki. Yumuşak falan değildi. Ne zaman meraklının biri gelip işini gücünü sorsa “Ben evlenmemiş bir anneyim.” derdi. Adamı öldüresi gelmezse de “kelimesi dört kuruşa itiraf mektupları yazarım.” diye eklerdi. Adı oradan geliyordu. Heyheyleri üstündeyken çatacak adam arardı. Yakın mesafeden ölümcül dövüşürdü, kadın polisler gibi. Onu istememin bir sebebi de buydu, tek sebebi değil ama. Geldiğinde dut gibiydi. Etrafına ayrı bir nefretle baktığı belli oluyordu. Önüne sessizce bir duble Don Murdar koydum. Şişeyi de yanına bıraktım. Dikip kafaya yeniden doldurdu.
Duble ve sade... Keyifli pazarlar
bi duble hukuk felsefesi vereyim ağbime
Tüm değerlerin belli ölçüde öznel olduğu bir dünyada hukuk da bir tiyatro dekorundan başka bir şey değil. Modern olsun olmasın neredeyse tüm hukuk sistemleri ve yasaları "ortalama insan" üzerine kurulmuştur. Nedir Allah aşkına bu meşhur ortalama insan?.. İyi niyetli ve belli ölçüde makul düşünebilen, yani temyiz kudreti yerinde insan diyelim hadi buna. Hangimizin temyiz kudreti neye göre, kime göre var ? Hem sonra iyi niyet nedir, nesnellik nedir, hakkaniyet nedir? İşin aslı bana kalırsa tüm bunların hepsi birer laf salatasından başka bir şey değil. Burada her türlü ahlaksızlığı meşrulaştırmak, suçu ve suçluyu övmek niyetinde değilim ama mevcut hukuk kuralları "kendi yarattığı" insanın doğasına uygun değil bir kere. Hal böyle olunca da insan -belki de başkaldıran insan demeliydim-, birileri şu vicdansız toplum sözleşmesini ama yine de o topluluğun yararına bozsun istiyor.
şaziye..

şaziye..

@verbavolentscriptamanent
·
21 Ekim 2023 21:49
"...suçluluk ve kişisel yükümlülük duygusu, var olan en eski ve en aslî kişilerarası ilişkiden, alıcı-satıcı, alacaklı-borçlu ilişkisinden kaynaklanmıştı: ilk kez burada kişi kişinin karşısına çıktı, ilk kez burada kişi kişiyle boy ölçüştü. ... Bedel belirlemek, değer ölçmek, eşdeğerler bulmak, takas etmek - bunlar, düşünmeye ilk başladığında insanı o derece meşgul etti ki, düşünmenin kendisi oldular bir anlamda: sağgörünün en eski türü burada yetiştirildi; insanın övüncü olan diğer hayvanlardan üstün olma duygusunun da ilk burada baş gösterdiği düşünülebilir. Bizim "Mensch" (insan) (manas) sözcüğümüzde belki hâlâ tam da bu özgüvenden bir şeyler dile gelmektedir: insan kendini, değer ölçen, değer biçen ve ölçen bir varlık, "degerlendiren hayvanın kendisi" olarak tanımladı. (...)Göz, bu bakış açısına ayarlanmıştı artık bir kez: ve eski insanlığın, zor harekete geçirilen, ama harekete geçirildikten sonra da aynı yönde amansızca ilerleyen düşünüş tarzına özgü o hoyrat çıkarımsal tutarlılıkla, büyük bir genellemeye, "her nesnenin bir bedeli vardır, her şey geri ödenebilir" - adaletin en eski ve naif ahlak yasasına; yeryüzündeki her tür "iyi yürekliliğin", "hakkaniyetin", "iyi niyetin", "nesnelliğin" başlangıcına varıldı çok geçmeden. Adalet bu ilk aşamada, birbirlerine aşağı yukarı eş güçte olanların birbirleriyle uzlaşmak, bir tazminat yoluyla yeniden "anlaşmak" için gösterdikleri iyi niyettir - daha az güçlü olanları ise kendi aralarında bir uzlaşmaya zorlamaktır."
s. 65, 66 - İkinci İnceleme: "Suç", "Vicdan Rahatsızlığı" Ve Benzeri Şeyler / Kabalcı Yayınevi, Çev. Zeynep Alangoya [Schuld: suç, Schulden: borç; s. 57]Kitabı okudu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.