Dünyalar yıkıldı sandım. Çiçekler güzel kokmuyor olmalı. Meyveler çürümüş, kuzular doğmuyor, insanlar konuşmuyor… İnsanlardan ne farkım olabilir? Malum sebepler, malum neticeler: İşi rakıya vurduk. Bir aralık bu yeni keşifle kurtulduğumu sandım. Yıkılmak üzereydim. Asabım bozulmuştu.
Uzun lafın kısası, kalktık. Ver elini doğduğumuz memleket, dedik. Gittik. Orada sevgilime göndermediğim iki mektup yazdım. Bunları size vereyim, evde okursunuz. Hem onlar sizde kaldın.
Öyküler, romanlar, filimler, şarkı ve diğer ‘anlatılar’ , yani hikayeler insanı insan yapan bir tür ‘sihirli’ mayadır. Hikayeler çekip alındığında geriye ne kalacaktır? Bizler sadece yaşadığımız hikayelerin değil, misafir olduğumuz, kıyısından geçtiğimiz, gölgemizin üzerine düştüğü, uzaktan baktığımız ya da bir biçimde görüldüğümüz bütün hikayelerin bir toplamıyız. Tam da bu nedenle ciğerlerimizi nefes yerine hikayelerle doldurmakla kalmaz hikaye okur, hikaye dinler ve de hikaye bakarız. Yani İyi bir hikaye bizi insanlığımızla buluşturur. Tıpkı Kadir Öztopçu’nun ‘Kuş Oltası’ adlı öykü kitabında bulunan öyküler gibi. Yazar, ustalığın kalemiyle okuyucu için büyülü dünyalar yaratmış. O dünyalardan birine adım attığımızda ise, başkalarının oluşturduğu aynada kendimizi görüp kendi yürek atışlarımızı duyarız. Özellikle ‘Kadersiz’, ‘Kayıp denkler’ ve ‘Simsiyah’ adlı öykülerin oldukça ustalıklı olduğunu belirteyim… Evet, günümüzde iyi edebiyat okumak artık bir direniş biçimi. Buna insan kalmada ısrar da denebilir…. Yani bir tür mecburiyet hali…
Kuş OltasıKadri Öztopçu · Can Yayınları · 201270 okunma