Sen kaçış de benimkine.
Düşlerimden düşüncelerimin irticası,
Tüm hislerimin kalbimde çıkardığı iç savaş,
Yalnızlığın senli olan tüm mutluluklara istilası…
Adını benim koyamadığım her ne varsa,
Sen “ kaçış “ de her birine.
Bütün vedalar birer devrimdir aslında geride kalana,
Kırılan kalpler direniş zayiatı diye geçer tutanaklara.
Göze göz,
ve kalp kalbe bir direniş ayrılıklara…
Saçalım mı şimdi içimize gömdüğümüz bütün ölüleri sağa sola ,
Bir duaya muhtaçken küfredelim mi arkalarından?
Yarım kalmış savaşlarımızı kazanalım
Ve kazalım mezarlarını başka bir cehenneme.
İç monolog, içsel algı, bilinç akışı kavramlarının edebiyatta vücut bulmuş hali. Freud’un bilinçüstü, bilinç eşiği, bilinçaltı diye üçe böldüğü bilinçte, en diplere inebilen İngiliz. Woolf’un “okumuş bencil” babasıyla ilişkisi ona bu yolu açan şey. Woolf’un babası her an yanında onu çekip çeviren, idare eden, bir anlamda ona hizmet eden bir kadına ihtiyaç duyar. İlk karısı bu yüzden 44’ünde hastalanıp ölür. “Yeni hizmetli” Virginia’nın annesi de, ilk eş gibi 49’unda yaşama veda eder. Sonra da “üçüncü hizmetli” üvey abla Stella… “Ölüm ailemizden hiç eksik olmadı, niye bilmem, bir babamda bu kadar oyalandı, gelmek bilmedi, onu geç aldı” diyor Virginia.
Annesi öldüğünde Virginia 13 yaşındadır, üç yıllık yas döneminin ardından ilk akıl hastalığı nöbetlerine 16 yaşında girer. Nöbetleri önce sancılar, bayılma atakları, tansiyon, yüksek ateş olarak kendini gösterir. “Sonrasında bu sancılar, Virginia’nın en güçlü yanı olan düş gücüne gider. Düş gücü sınırsızdır. Kelimeleri algılamasının freni yoktur. Bu fiziksel nöbetleri daha sonra bu kavramların eşliğinde kullandığında işte o muhteşem eserleri çıkar. Nöbet başlamadan önce yazmaya başlar, atak geldiğinde yazı durur, sancı hep kitabının sonuna yaklaşırken ortaya çıkar. İki ay komada yatar ve komadan çıktığında yine aklının gücüyle normal yaşama döner, ta ki yeni bir kitaba başlayana dek...