Analitik Felsefenin Öyküsü Bölüm 1: Başlangıç ve Kurucular
McTaggart önce Russell’ı duyumcu epistemolojiyi terk etmeye ikna eder. Sonraysa gerçekliğin ruhani olduğuna ikna etmeyi başarır. Russell kariyerinin ilk bölümünde Neo-Hegelci bakış açısıyla çalışmalar yapar. Her zaman bilimlerle içli dışlı olan Russell normalde metafiziksel ilk prensiplerden hareketle çalışan Neo-Hegelciler’in aksine bilimlerin verilerinden hareket ederek Neo-Hegelci “Mutlak”ın kavrayışına sahip olmak ister. Russell’ın bu döneminde bütün bilimler Mutlak’a çeşitli soyutlamalar yaparak, belli bir yönünden yaklaşmaya çalışan kusurlu araçlar olarak görülürler.
“ Rasyonalizmin kurucularına göre, lumen naturale’nin, yani doğal kavrayışın ya da akıl ışığının yaratılışa nufuz etme gücü öyle büyüktü ki, bize insan hayatını hem dış dünyadaki hem de insanın kendi içindeki doğayla uyumlandırma imkânını veriyordu. Rasyonalistler Tanrı’ya sahip çıkıyor, ama günlük hayatı belirleyen bir tanrısal irade kavramına karşı çıkıyorlardı: insanın kuramsal bilgi ve pratik kararlar açısından herhangi bir lumen supranaturale’ye (Lat., doğaüstü ışık) ihtiyacı yoktu. Geleneksel dini doğrudan karşısına alan, duyumcu epistemolojiler değil, rasyonalistlerin spekülatif evren tasarımlarıydı (yani, Telesio değil Giordano Bruno’ydu, Locke değil Spinoza’ydı), çünkü merafizikçilerin entelektüel kurguları, Tanrı, yaratılış ve hayatın anlamı doktrinleriyle deneyimcilerin kuramlarından çok daha yoğun biçimde ilgiliydi.” s. 68
Reklam
Duyumcu Medeniyet:
Maksimum kârı, faydacılığı ve fırsatçılığı önceleyen bir zihniyet, doğruluk ile yanlışlık, hukuka uygunluk ile aykırılık arasında bir ayrım gözetmez. Kişisel çıkarı toplumsal yarara, belirsizliği sisteme tercih eder. Dolayısıyla sağlığı tehdit eden durumlar, toplumsal çalkantılar ve ticari düzenbazlıklar, sahtekarlıklar sorun olarak görülmez. Bunlar ticari hayatın gerçekleri olarak görülür.
Geri15
53 öğeden 51 ile 53 arasındakiler gösteriliyor.