Vapurdan indim, durağa yürüme mesafesi pek yok ama ilk defa bu kadar güzel, uzun, sakin geldi. Meydandayım, yürüyorum, insanları izliyorum, yaşamı hissetmeye çalışıyorum. Hava biraz soğuk, hafiften içim üşüyor ama güneş de yüzüme güzel güzel vuruyor. Bu havayı çok seviyorum. Kulağımda ninni gibi, inanılmaz iyi hissettiren bir müzik. Bir anda meydanda öylece duruyorum. Sakin sakin etrafa göz gezdiriyorum, insanlara bakıyorum. Beni görenler arasında beni düşünenler olursa eğer, muhtemelen yönümü bulmaya çalıştığımı, etrafı hesapladığımı düşüneceklerdir. Nereye gideceğimi çok iyi biliyorum, merak etmeyin. Ben sadece sizi izliyorum. Durmak bilmeyen yetişme arzunuzu, koşturmanızı, ne yaptığınızı bile fark etmeden sağladığınız hareketlerinizi... Öylece bakıyorum. Otobüs biraz ötemde, biraz hızlı yürüsem, hafiften koşsam yetişirim. Yetişirim yetişmesine de, ne gerek var? Bir daha ne zaman hissedeceğim bu duyguyu, bu sakinliği? Otobüslerin, onların peşinden koşmam gerektiğini hissettirişini de sevmiyorum. Neden hayatın beni ille de yapmamı zorladığı şeyler için kendimi dinlememeyi seçmem gerekiyor? İnsan değil de bir robotmuşum gibi hissettiren, sonucunun buna çıkacağı hiçbir şeyi sevemiyorum.
Bunları elbette ki o an'ı yaşarken yazmadım. Aktarma çabasıyla hissettiklerime ve hissedeceklerime set çekemezdim. Şu an otobüsteyim, size yalnızca demin hissettiklerimi aktarmaya çalıştım. Eksik olabilir, ama fazla değil. Hayat; hissetmeye, biraz durup ne yaptığını, nerede olduğunu, neler döndüğünü anlamaya çalıştıkça güzel geliyor