Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

ebrar

ebrar
@ebrar_duman
338 okur puanı
Haziran 2022 tarihinde katıldı
İnsanın hayatı boyunca kendisine soracağı en anlamlı sorulardan biridir: Bu dünyaya hangi boşluğu doldurmaya geldim? İnsan, ömrü boyunca yerini arar ama bulmak kolay değildir. Kimi on sekizinde bulur kimi yetmişinde kimiyse bulamadan göçer bu dünyadan. Benim yerim neresi? Buna bir cevap bulduğumuzda hayat daha katlanılabilir olur. Michel de Montaigne, "Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder." demiş. Søren Kierkegaard da aynı arayışta olacak ki "Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?" diye sormuş. Yerden kasıt sadece sığınacak bir mekan değildir, bazen bir insan bazen bir düşüncedir. İnsan kendisi için yaratılan boşluğu bulmalı. Sonra gideceği yönü de bulur, gideceği kişiyi de.
Reklam
"İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne" demişti Maksim Gorki: "İşte asıl cinayet bu utanılacak bir cinayet..." İnsanlar gün içinde kabalıkları, kalabalıklarıyla ne kadar da incitiyorlar değil mi ruhumuzu? Kalbimizi nasıl da kırabiliyorlar. Oysa Platon şu nasihatte bulunur: "Nazik olun. Çünkü karşılaştığınız herkes farkında olmadığınız zorluklarla boğuşuyor..." Dikkat ediyor muyuz buna ? Anlamaya çalışıyor muyuz insanları yargılamadan önce? Unutuyor muyuz yoksa herkesin bir kalbi olduğunu? Pessoa'dan bir alıntı yapayım yeri gelmişken: "Kimseyle alay etme. Kimseyi küçük görme. Kalbinin ücra köşesinde bile yapma bunu. İnsan yaşamı alaya alınmayacak kadar hüzünlü ciddidir." Çoğu zaman unutsak da gerçek bu... Ressam Van Gogh geçirdiği bir kriz sonrası kendisine sıktığı bir kurşunla yaralanıp evine geldiğinde şu sözü sayıklayıp hayata veda etmişti: "Hüzün sonsuza dek sürecek..." Sürmesin, sürdürmeyelim İnsanları incitmeyelim.
Ahmed Arif şöyle seslenmişti Leyla'sına bir mektubunda : "Ve biz, milyarlarca aşkın, yalanın, alçaklığın; kapıları,kapakları, kuş uçmaz uzaklıkları ve ayrılıklarıyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, Biz ikimiz! İki müthiş hasret, iki parça can.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"İnsan öldüğünde en yakınının, en sevdiğini unutma süresi 18 aymış. (Bu en uzun süre) Yani 18 ay sonra acısı diner, sizi tatlı bir anı olarak anımsarmış. Düşününce içim acıdı bir an. Değer verdiklerimin, Çok sevdiklerimin, "Onlar olmadan asla olmaz" dediklerimin Beni 18 ay sonra unutacak olması...? İyi bir iş, geniş bir ev, bir araba, emeklilik hayalleri, "Hele şu da olsun rahatlayacağım" derken bir bakıyorsun hayatın sonuna gelmişsin. Lakin bizim yaratılış sebebimiz araba, ev, bağ, bahçe değil ki....Hiçbir değer üretmeden, iz bırakmadan yaşanan bir hayat 80 yıldeğil de 800 yıl olsa ne yazar ki? 18 ayda unutulduktan sonra... Yazık oluyor bize. Çok ucuza gidiyoruz. - İnsanın yetiştirdiği öğrencileri olmalı, öğretmen olmasa bile...Yazdığı bir kitabı olmalı en azından, ya da yazmaya azmettiği... - Tanımadığı, adını bile bilmediği insanlarda iz bırakmışlığı olmalı... - Birileri çevirmeli yolunu "Siz beni tanımazsınız ama ben sizi tanıyorum, siz benim hayatımı değiştirdiniz" demeli yıllar sonra... İnsanlara selam vermekten korkmak şöyle dursun, tanımadığı onlarca insanın yüreğine dokunmalı, sohbet etmeli, dertleşmeli, arkadaş olmalı... Ah! bu çok fazla dünya telaşesine dalmışlığımız yok mu... Mezardakiler de aynını yapmıştı...."(A)
8/10 puan verdi
"Eğer okuduğunuz ya da izlediğiniz hikayeler büyük etkiler bırakıyorsa anlayın ki o hikayeler biraz ben, biraz sen... Bu kitaptaki hikayeler de biraz ben, biraz sen.. Eren Bey'in atakları, Ekim Hanım'ın şahit olduğu ve maruz kaldığı şiddet, Tuna Hanım'ın ilişkisindeki problemler onlarda bıraktığı etkiler bizlerle... Yazarın içinde kalan bir ukdeyle başlayan hikayenin üç kahramanın ukdelerinin birleştiği bir kitap.. Peki bugünlerinde ne şekillerde ortaya çıktı? Emdr terapisiyle bunlardan nasıl kurtuldular? Kitabın ismi, insanın içinde "ukde kalanlardan" geliyor. Yüzeyde yaşanan belirtiler-sorunlar ve dayandıkları içse süreçler üzerine güzel bir kitap. E-kitaplara ne kadar karşı olsam da iş yoğunluğundan dolayı keyifle dinledim, keyifle dinleyin, keyifle okuyun.
Ukde
UkdeMehtap Güngör · Sola Unitas · 2019909 okunma
Reklam
Evren verdiğini aldığın enerji kümesidir. Şiddetini ise bozduğun dengenin tepkisi belirler. Bunu teolojik veya materyalist bir perspektifle ele almak bireyin arkhesidir.
Sessiz çığlıklar arasında boğuluyorum. Nasıl bir çaresizlik bu böyle? İnsanın hissedemediği acılarının çığlıkları arasında boğulurken önceden geçmesi için Tanrı'ya yalvartan, sonrasında ise geçmemesi için Tanrı'nın önünde diz çöktüren acılarını bile kaybedişi nasıl bir çaresizlik. Acılarımın beni terk etmemesini umuyorum. Hissedebildiğim tek şey yüreğimi sızlatıp göğsümü dağlayan acımken şimdi acımı bile kaybediyor oluşumun çaresizliği ile yanan bir evin içinde, alevlerin arasında kalmış ve adım atmaya dahi takâtim yokmuş gibi. Alevler yaklaşarak bedenimi çevreliyor ancak öyle çaresiz ki tüm acılarımın son bulacağını bilme bilincindeyken bedenimin alevler arasında kaldığında canımın nedenli yanacağının farkındalığıyla avutuyorum kendimi. Tanrı'm nasıl bir ceza bu, acılarıma bile layık görülmeyecek kadar.. Acılarına tutunmuş aciz bir insanım ben. Eğer onları da kaybedersem elimde ne kalır, neye tutunurum ben. Herkesin benden çalındığını düşündüğü kanatlarım gibi, yüzümde solan gülüşüm gibi, içimde ölen umudum ve akıtmaya daha doyamadığım gözyaşlarım, kaybettiğim inci tanelerim gibi onların da benden alınmasına izin verme çünkü o zaman düşüncelerimle yalnız kalacağım. Ben daha küçük bir çocuğum. Zihnimin ölüm arzusuyla doldurarak sürgün ettiği düşüncelerle savaşamam. Lütfen acılarımı da alma elimden.
Yaşamın sana öğrettikleri mi, öğretemedikleri miydi içindeki boşluğu oluşturan? Hiçbir boşluk bu kadar ağır basmamıştı. Sanırım susmalar dolduruyordu o boşlukları, noksanlığı olan duygularla. İçi sessizlikle doldurulmaya tek çare o boşluk; Zamanla insanın bastırdığı duygunun esiri olmasıyla nüanslı bir oluşumdu. Anlatamamak ve ya anlaşılamamak en yavaş ölüm olsa gerek.Bir gün ölmek için, hergün tekrar tekrar ölmek.. Çektiğin şey insanlara yetmiyor. Acılar karşılaştırılma özelliğini yitirmiyor hiçbir zaman. "Kaç hezimetten sonra bezgin olurdu ki insan? Kaç olunca çok;Kaçta kalınca azdı rakamlar? Neye göre, kime göreydi ölçüt? Aynı su değil miydi; patatesi yumuşatırken, yumurtayı sertleştiren? Neydi ki insanı yerle bir etmeye yönelten? Derdin ölçüsü neydi sahi?"
Kendini insanlığa adarken, bir o kadar uzaklaşma tezatlığı... Bir insana tutunmak isterken bir kaç kelimeye, kitaba tutunuruz. İnsan insana tutunamaz; bu kabullenişi yaşar ve tutunuruz müziklere. Şiirlere tutunuruz. Tutunuruz bir yalnızlığa. Ve ardına oluşan münzevi* yaşamımızda; "Mücadele etmemizin sebebi dünyayı değiştirmek için değil, dünyanın bizi değiştirmemesi için." Bu yaşamda ne istediğini bilmeyen ama ne istemediğini bilen bir kitleyiz. Ve bizim zehirlenmemiş çağın insanları arasında, bu boş dünyada bu kadar dolu olduğumuzun zannedip*, fark ettiğimizde farkında olunduğumuz yanılgımız en büyük yanılgımızdı aslında. *Münzevi: Uzak yaşam sürdüren kimse. *Zannetmek: Kendi içimizde doğruluğuna inandıklarımızın sancılı yok oluşu...
Albert Camus'un Yabancı kitabını ve bu kitaptan uyarlama Zeki Demirkubuz'un Yazgı filmini izleyenler bilir. Baş karakter çok duygusuz, soğukkanlı ve aynı zamanda düşündüğü şeyi çok net ifade eden birisidir. Bana çok ütopik bir karakter gibi gelmişti ve gerçekçi gelmemişti. Fakat yakın zamanda yaşadığım ufacık bir an, Camus'un
Reklam
Ölümü doğduğunda başlamış ve dünyada görülmüş en uzun intihar olarak tarihe geçmiştir. Bugüne kadar yaşamış insanların arasında ölümü en acılı olanıdır. Çünkü yaşayarak ölmüştür. Yaşayarak intihar etmiştir. Yazarak. Hiç durmadan. Kitap yazması kendisi için fazla tehlikeli olmaya başladığında ise mektuplar yazmıştır. Binlerce sayfa! Sanki her biri farklı bir insanın kaleminden çıkmış binlerce mektup... Bazıları silahla bazıları siyanürle, bazıları çatılardan atlayarak. Bazıları da yaşayarak.!
269 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.