Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Batı sömürgeciliği, İslam ülkelerine pençelerini iyice sapladıktan sonra bu ülkelerde fitnenin, zulmün, düşmanlığın, baskı ve şiddet olaylarının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. İslam ülkelerine her türlü ahlaksızlığı getirmiş, bu şekilde onları etkisiz hale getirmiş, onların canlarıyla, mallarıyla ve ırzlarıyla alay etmişlerdir. Ne var ki suç teşkil eden tüm bu eylemler, sömürgecilerin bizlere inançlarımızdan ve değerlerimizden uzak olan modern eğitim sistemini zorla dayatarak yaptıkları zülüm ile eşdeğer değildir. Diğer taraftan eğitim ve öğretim sistemimizin temel dinamiklerini bozmuş, kısırlaştırmış ve içler acısı bir hâle getirmişlerdir.
Sayfa 113Kitabı okudu
İstersen şöyle de ifade edebilirsin: "Dün ne ektiysek bugün onu biçiyoruz." Bu Allah'ın yeryüzündeki sünnetidir ve bu sünnet hiçbir zaman değişmeyecektir.
Reklam
Bugün içinde bulunduğumuz durumun İslam tarihinin ikinci dönemindeki vaziyetiyle aynı olduğunu ifade etmemiz isabetli olacaktır. Her şey ne kadar da birbirine benziyor, köylerdeki ve şehirlerdeki on milyonlarca Müslümanı görüyorsunuz; cahiliye geleneklerine ve şirke ne kadar dalmışlar! İslami bilinçten ne kadar uzaklaşmışlar! Müslüman olmalarına rağmen Hint hurafelerine nasıl da tahammül ediyorlar! Budizm'in etkisi altında hayatları ne kadar da kirlenmiş! İslamiyet'ten önce cahiliye toplumlarında görülenlerin kendi toplumlarında ortaya çıkmasına nasıl da razı oluyorlar!
İslam ümmetinin mükemmel örneklerinden birisi de İslam ordusunun dünyaya göstermiş olduğu ahlaki yüceliktir. İslam ordusu fethettiği topraklara girmiş ve askerler caddelerde dolaşmışlardır. Fethedilen bu şehirlerdeki kadınlar en güzel elbiseler içerisinde balkonlardan bu askerlere bakmışlar, ancak bu kahraman askerlerden tek bir asker bile kafasını kaldırıp bu kadınlara bakmaya çalışmamıştır. Hattâ askerler caddelerden kadınların balkonlardan kendilerine baktıklarını bilmeksizin geçmişlerdir. Bu durum, mağlup milletlerin yüzyıllarca savaşçılardan gördükleri rezilliklerden ve insanların hikâyelerde ve masallarda bu savaşçı milletler hakkında anlattıklarından tamamen farklılık arz etmektedir. Çünkü işgalcilerin ayak bastıkları milletlerin topraklarında yaptıkları şey; oraları harap etmek, oradaki bütün kadınların ırzlarına geçmek ve hattâ kadınlarla bütün çirkinlikleri ve azgınlıkları yapmalarıdır. Fethedilen ülkelerdeki halklara gösterilen bu sıra dışı uygulamaların ardından, İslam ordularının onların kalplerini kazanması nasıl mümkün olmasın? Çünkü İslam ordusu aldığı yerleri, hiç kimsenin namusuna el sürmeden ve şerefine dokunmadan fethetmiştir.
Halid b. Velîd ona iman etmiştir, İkrime b. Ebî Cehil ona boyun eğmiştir, Amr b. el-Âs onun davetini kabul etmiştir, hattâ Ebu Sufyân ve Hz. Hamza'nın ciğerini yiyen eşi Hind, böyle semerelerle gelen bir davetin hak ve doğru olduğunu ilan etmişlerdir. Çünkü onlar hakkı gerçek ha- yatta bizzat gözleriyle görmüşlerdir. İslam, artık onlar için sadece içi boş bir şekilde sunulan davet olarak değil, bizzat tatlı semereleri ve lezzetli sonuçları ile insani hayatta somut bir kisveye bürünmüştür.
Nebi (s) uzun süre Arap Yarımadası'nda hükmeden siyasi gücün ortadan kaldırılmasını ve sonra bu güçlerin tek bir siyasi otorite altında toplanmasını düşünmüştür; ancak daha kimsenin başaramadığını ümmi bir peygamber nasıl başarmıştır? Tarihin daha önce görmediği bu geniş kapsamlı devrim; düşüncede, ahlakta, medeniyette ve şehirleşmede çok büyük ve köklü değişiklikler yapmıştır. Ancak burada insana üzüntü veren tarihin yanlış bir metotla tedvin edilmesi ve bu büyük devrimin sadece fetihler neticesinde yapılmış olduğu şeklinde lanse edilmesidir. Batılı oryantalistler "İslam sadece kılıç zoruyla yayılmıştır." diye avaz avaz bağırmaktadırlar. Ancak Resulullah (s) zamanında gerçekleşen gazvelerin ve savaşların tamamında her iki taraftan ölenlerin sayısı, bin dört yüz kişiyi geçmemektedir. Aklı olan herkesin düşündüğünde, böyle bir devrimin kılıç gücüyle yapılması halinde bu kadar az kan ile gerçekleşemeyeceğini idrak etmesi gerekmez mi?
Reklam
Tarihimizdeki dönemlerin ilki, Allah'ın Mekke'ye kendi içlerinden birisini elçi olarak göndermesi üzerine İslam güneşinin doğmasıyla başlamıştır. Allah (c) ona tevhide, ahirete imana ve ilahi mesaja uygun bir insani hayatı inşa etmesini emretmiştir. Bu büyük adam, Mekke-i Mükerreme'de on üç yıl aralıksız Allah'ın kullarına çağrıda bulunmuştur ve bu çağrıyı sadece dili ile yapmamıştır. Bilakis onun bu çağrısı, örnek şahsi hayatı ile ilgili bütün işlerde, İslam'ın övdüğü ideal insan profili, İslam ile birlikte neşet eden güzel ahlak ile toplumsal hayattaki bütün statülerinde vücut bulmuştur. İslam'ın öngördüğü hayat ve dünya hayatında olması gereken her şey, Allah'ı ilah olarak ve İslam'ı din olarak kabul etmeye bağlıdır. Elçi (s)'nin davet ettiği her şey, onun pratik hayatında gözle görülür bir şekilde uygulamaya geçmiştir.
Çünkü İslam geçmişle ya da günümüzle sınırlı değildir bilakis İslam, milyarlarca yıl öce ortaya çıkan ezeli ve ebedi bir hakikattir, yerler ve gökler var olmaya devam ettikçe var olmaya devam edecektir.
Üstad Mevdûdî'nin yazdıklarının İslam'ın modern çağa ayak uyduracak salahiyete sahip olduğu konusunda entelektüel zeki gençlerin kalplerine tekrar güven aşılaması hususunda çok büyük katkısı olduğunun, hattâ liderliğinin, sıra dışı ve karmaşık problemlerin üstesinden gelmesi ve bu problemlere çözümler üretmesi ve akide, ahlak ve İslami hayat sistemi ile ilgili gençlerin içindeki "aşağılık kompleksi" ile mücadele etmesi gibi dâhiyane başarılarının kaydedilmesi gerekmektedir. Onun etkili yazıları ve aralıksız çalışmaları, bütün İslam ülkelerinde, hattâ yeryüzünün her yerinde İslami yönetimin, İslami sistemin ve ideal toplu- mun kurulması için büyük bir arzu uyandırmıştır. İslam dünyasından birçok kişi ona bu konuda katkıda bulunmuş ve onun yanında saf tutmuşlardır.
Fakat üstat Mevdûdî, yabancı sömürgecilere karşı tepki niteliğindeki tebliğini çok kapsamlı bilimsel esaslara ve çok sağlam siyasal temeller üzerine oturtmuştur. Üstad Mevdûdî'nin yazıları ve araştırmaları daha çok Batı medeniyetinin tabiatını ve hayat felsefesini öğrenmeye ve yakın tarihte eşine çok nadir rastlanılacak bir şekilde Batı medeniyetinin bilimsel analitik tahlillerini ortaya koymaya yöneliktir. Aynı şekilde üstat Mevdûdî, İslam'ı, İslam'ın hayat sistemini, İslam medeniyetinin şartlarını ve hükümlerini, toplum ve hayat şekillerini, beşeriyet gemisinin yönetimini ve insanlığın gidişatını çağdaş uzun zamandan beri İslami neslin ruhuna uygun, modern bir dille ve sağlam bilimsel bir üslupla ele almıştır.
Reklam
Bu çalışma, İslam'ın 1400 yıl önce insanlara verdiği hakların kısa bir taslağını oluşturmaktadır. Aydınlanma ve ilerleme iddiasının bu kadar yüksek sesle haykırıldığı modern çağda bile dünyanın 1400 yıl önce indirilenden daha adil ve eşitlikçi kanunları üretememesi, İslam'a olan inancımızı tazelemekte ve güçlendirmektedir. Diğer taraftan, Müslümanların yine de Batı'yı sık sık kendilerine rehber olarak aramalarının farkında olmak üzüntü vericidir. Daha da acı veren husus, Müslüman olduğunu iddia eden yöneticilerin kendi hükümetlerinin prensip ve kurumlarında Allah ve Peygamber'e uymamalarının farkında olmaktır. Allah onlara merhamet etsin ve doğru yolu göstersin.
İnsanları doğruluk yoluna ikna etme ve kötülük yolundan uzaklaştırmaya çalışma zorunluluğu, tüm hakiki Müslümanlar üzerine yükümlülüktür. Vatandaşlarını bu haktan mahrum eden herhangi bir hükümet, ilahi emir ile çatışma içerisindedir. Bu tarz bir hükümet insanlarla değil Allah ile doğrudan çatışma içerisinde olur: Bu hükümet, Allah'ın insana sadece bir hak olarak değil aynı zamanda bir yükümlülük olarak verdiği bu hakkını gasp etmeye çalışmaktadır.
İslam'ın insanlara verdiği haklardan birisi de hükümetin tiranlığını protesto etme hakkıdır. Kur'an şöyle demektedir: "Allah çirkin söz söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayanlar hariç" (Nisa 148). Allah çirkin dili, sert sözlerle kınamayı kesin bir şekilde kabul etmemektedir, fakat zulüm (injustice) veya tiranlık mağduru olan insan güçlü bir şekilde kendisine yapılan haksızlığı protesto etme hakkına sahiptir.
Amerika'daki Afrikalı Zencilerin lideri Malcolm X, siyahi yurttaşların sivil haklarını kazanması için Amerika'daki beyaz insanlara karşı amansız bir mücadeleye başlamıştır. Fakat Haccını yerine getirmeye gittiği zaman Asya, Afrika, Avrupa, Amerika Müslümanlarının nasıl aynı elbiseyi giydiklerini, Kâbe'ye doğru koştuklarını ve namazı yerine getirirken nasıl aynı hizada durduklarını görmüştür. O renk ve ırk problemi sorununa çözümün İslam olacağını ve Amerika'da aramaya veya başarmaya çalıştığı şeyin çözüm olmayacağını anlamıştır. Bugün bir takım Müslüman olmayan düşünürler, başka bir din veya hayat yolunun bu problemi İslam'ın başardığı derecede çözemediğini kabul etmişlerdir.
İslam zaten Arabistan'da var olan kölelik problemini, onların özgür bırakılmaları noktasında insanları cesaretlendirerek çözmeye çalışmıştır. Müslümanlara köleleri özgür bırakmanın kendi günahlarına kefaret anlamına geldiği anlatılmıştır. Bir Müslüman'ın köle bir mümini kendi hür iradesiyle özgür bırakmasının çok büyük bir fazilet olduğu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.