"Bilgisi ve hitabeti bakımından öne çıkan bir hakim, çektiği sıkıntıların neticesinde monomani hastalığına yakalanır. Bir müddet sonra akli melekesini tamamen geri kazanır. Fakat hata ettiğini bilse de artık insan içine karışmak istemez, zarar görse bile iş güçle ilgilenmek istemez. Sohbeti mantıklı olduğu kadar da nüktelidir. Kendisine seyahatten, işine bakmaktan bahsettiniz mi; 'Biliyorum ki bu şekilde hareket etmem gerekir, fakat yapamıyorum. Nasihatleriniz çok güzel, düşüncelerinize uymak isterim, bundan eminim. Fakat öyle bir şey yapın ki, bir karar alıp onu uygulayacak bir azimle isteyebileyim.' diye cevap veriyor ve bir gün bana demişti ki 'Gerçekten bir azmim varsa o da azmetmemek içindir. Çünkü bütün aklıma malikim, ne yapmam gerektiğini biliyorum. Fakat harekete geçme zamanı geldi mi kuvvetim beni terk ediyor."" Monomani: Saplantılı olma hastalığı.
Sana anlatmam gereken öyle çok şey var ki.. Sanırım biraz da bu yüzden onca zaman hiçbir şey söylememeyi seçtim. Oysa biriktirmeden vakitlice konuşmam lazımdı. Ama işte bazen nutku tutuluyor insanın. Ertelenmiş sözler kursakta büyüyor. Dilin ucuna geldiği an söylenmeyen, gittikçe hepten söylenemez oluyor. Ne demek istediğimi anlayacağından eminim. Çünkü sen de söyleyemedikleri tarafından incitilmiş, sustuklarıyla incitmiş birisin. Bizim gibiler birbirini ilk görüşte tanır..
Reklam
“Hâlâ senin kalbindeyim, Sara. Buna her şeyden çok eminim.” Alaycı bir tavırla güldüm. “Dikkat et de kaybolma oralarda.” dedim. Öyle dengesiz, öyle sinir bozucu ve öyle gizemliydi ki beni delirtmek istiyor gibiydi. Elini önüme düşen saçlarımı düzeltmek ister gibi uzattığında kendimi geri çektim. Eli öylece havada kaldı, bir süre öylece gözlerime baktıktan sonra elini hüzünle indirdi ve konuşmaya başladı. “Sen merak etme.” dedi, “Bende senin kalbinin haritası var. Ben orada asla kaybolmam.”
Ama çok berbat bir ruhsal durumdayım, öyle bir duruma geldim ki mutlaka biriyle konuşmalıyım... yoksa mahvolurum... Eminim ki anlayacaksınız, size... evet size anlattığımda... Bana yardım edemeyeceğinizi biliyorum, ama bu suskunluk beni hasta etti... hasta olanla da herkes alay eder..."
Rabbim şeytanın şerrinden korusun
Fakat içimde öyle bir şeytan var ki... bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş... Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız... Senin dünyaya hâkimiyet planların bile eminim ki onun mahsulü...”
İstanbul’da envai çeşit vahşi hayvan gördüm; vaşaklar, yaban kedileri, panterler, leoparlar ve aslanlar. Öyle evcilleştirilmişler, öyle iyi terbiye edilmişler ki, gözlerimin önünde bir aslan bakıcısı aslanın ağzındaki koyunu çekip aldı da, hayvan gıkını çıkarmadı; çenesine bulaşan taze kana rağmen, hiç istifini bozmadı. Bir de yavru bir fil gördüm, öyle acayip bir şeydi ki, dans edip top oynuyordu. Eminim şu an gülmemek için kendini zor tutuyorsun ve bana ‘Ne, top oynayan, dans eden bir fil mi?’ diyorsun. Neden olmasın? Seneca’nın bize anlattığı, ip üstünde yürüyen filden ya da Plinius’un Yunanca üstadı diye tarif ettiği filden ne farkı var bunun?
Sayfa 133
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.