ATSIZ'DA ASKERLİK-ORDU-SAVAŞ-DİSİPLİN 31 Ağustos 1962 tarihinde çıkan Millî Yol dergisinin 31. sayısını elimize alınca, İzmirli Türkçü gençler olarak ne kadar heyecanlandığımızı hatırlıyorum. Orta sayfada Atsız'ın "30 Ağustos ve Türk Ordusu" başlıklı yazısı yer alıyordu. Yazıyı defalarca okumuş, birbirimize aktarmıştık. O
Hasan'ı Emir'den Koruyan Ali
"Burada yaşamak bizim için artık olanaksız, Ağa efendi. Gidiyoruz." Ali Hasan'ı kendine çekti, kolunu oğlunun omzuna doladı. Koruyucu bir devinimdi; Ali'nin onu kimden koruduğunu biliyordum. Ali benden yana bakınca, gözlerindeki o soğuk, bağışlamaz anlamdan, Hasan'ın ona her şeyi anlattığını anladım. Assefle arkadaşlarının yaptıklarını, uçurtmayı, beni. Tuhaf ama, birisi gerçekte kim olduğumu, nasıl biri olduğumu öğrendiği için memnundum; rol yap- maktan yorulmuştum.
Reklam
Hırsızlığı Üstüne Alan Hasan
Her ikisi de ağlamıştı; kızarmış, şişmiş gözlerinden belliy. di. Baba'nın karşısında, el ele durdular; insanların canını böy- lesine yakmayı ne zaman ve nasıl öğrendiğimi merak ettim. Baba doğruca konuya girdi: "Bu parayı çaldın mı? Emir'in saatini çaldın mı, Hasan?" Hasan'ın cılız, çatlak bir sesle verdiği yanıt, tek kelimeydi: "Evet." Yüzüme tokat yemişçesine irkildim. Yüreğim ağırlaştı, gerçeği haykırmaya hazırlandım. Sonra, anladım: Bu, Hasan'ın benim için yaptığı son fedakârlıktı. Hayır, deseydi Baba ona inanırdı, çünkü Hasan'ın asla yalan söylemediğini he pimiz bilirdik. Ve Baba ona inandığı zaman, ben suçlanacak- tım; durumu, gerçekte kim olduğumu açıklamak zorunda kalacaktım. Baba beni asla, asla bağışlamayacaktı. Aynı anda, dank etti: Hasan biliyordu. O geçitte olup biten her şeyi gördüğümü, orada öylece durup kılımı bile kıpırdatmadığımı biliyordu. Ona ihanet ettiğimi bilmesine karşın, beni bir kez daha, belki de son kez kurtarıyordu. O an onu bütün yüre ğimle sevdim, hiç kimseyi sevmediğim kadar çok sevdim ve ona otların arasındaki yılan olduğumu, göldeki canavar olduğumu söylemek istedim. Bu özveriye değmezdim; ben bir yalancıydım, bir hain, bir hırsızdım. Bunları söylerdim de, ama içimdeki bir şey, küçücük bir parçam, memnundu. Bü tün bunların yakında sona ereceğine seviniyordu. Baba onları kovacak, biraz üzülecek, ama yaşam devam edecekti. İşte bunu istiyordum; devam etmeyi, unutmayı, taze bir başlangıç yapmayı. Yeniden soluk alabilmek istiyordum.
Rahim Han'ın Emir'e Doğum Günü Hediyesi
"Al." Bana bir şey uzattı. "Az kaldı unutuyordum. Doğum günün kutlu olsun." Kahverengi deri ciltli bir defterdi. Parmaklarımı sırtındaki altın yaldızlı dikişte gezdirdim. Deriyi kokladım. "Öykülerin için," dedi. Tam ona teşekkür edecektim ki, bir patlama oldu, gökyüzü aydınlandı. "Havai fişekler!" Hemen eve seğirttik, bütün konukları bahçede toplanmış, gökyüzüne bakarken bulduk. Çocuklar çatırtıları, onu izleyen ıslıksı hışırtıları çığlıklarla, haykırışlarla karşılıyordu. İnsanlar göz kamaştırıcı tomurcukları, çan şeklinde dağılan, çiçek buketleri halinde akan kıvılcım sağanaklarını alkışladı. Her birkaç saniyede bir, arka bahçe kırmızı, yeşil, sarı çakımlarla aydınlanıyordu. Bu ışık patlamalarının birinde, yaşadıkça unutmayacağım bir şey gördüm: Hasan gümüş bir tepsiden Assef'le Veli'ye meşrubat sunuyordu. Işık titreşti, bir tıslama, bir çatırtı duyuldu, sonra turuncu bir ışık demeti patladı: Assef sırıtıyor, işaret parmağının boğumuyla Hasan'ın göğsünü dürtüklüyordu. Sonra, çok şükür, karanlık.
Prens Hasan ve Büyüleyici Öykücü Emir
Bir gün, Temmuz 1973'te, Hasan'a küçük bir oyun daha oynadım. Ona kitap okuyordum, bir anda öyküden uzaklaşıverdim. Hâlâ okuyormuş gibi yapıyor, arada bir sayfayı çeviriyordum, ama metni bütünüyle bırakmış, kendi uydurdu- ğum bir öyküye geçmiştim. Hasan durumun farkında değildi, elbette. Onun için, sayfadaki sözcükler gizemli, çözülmesi olanaksız bir şifreler yumağıydı. Sözcükler sır dolu, gizli kapılardı, anahtarları da bendeydi. Daha sonra tam ona, bastırmaya çalıştığım bir kıkırdamayla, hikâyeyi beğenip beğenmediğini sormak üzereydim ki, Hasan alkışlamaya başladı. "Ne yapıyorsun?" dedim. "Bu bana epeydir okuduğun en iyi öyküydü," dedi, hâlâ alkışlayarak. Güldüm. "Gerçekten mi?" "Gerçekten." "Bu... büyüleyici," diye mırıldandım. Ciddiydim. Bu... öyle beklenmedik bir şeydi ki. "Emin misin, Hasan?" Hâlâ alkışlıyordu. "Harikaydı, Emir Ağa. Yarın biraz daha okur musun?" "Büyüleyici," diye yineledim; soluğum kesilmişti, bahçesinde hazine bulan biri gibiydim. Yokuşu inerken, düşünceler kafamda Şaman'daki havai fişekler gibi patlıyordu. Epeydir okuduğun en iyi öykü, demişti. Ona bir sürü öykü okumuştum. Hasan'ın bir şey sorduğunu duydum. "Ne?" dedim. "Büyüleyici ne demek?" Güldüm. Onu sımsıkı kucakladım, yanağına bir öpücük kondurdum. "Hey, neden yaptın bunu?" diye sordu; şaşırmış, kızarmıştı. Sırtına dostça bir şaplak indirdim. Gülümsedim. "Sen bir prenssin, Hasan. Sen bir prenssin ve ben seni seviyorum."
Hasan ve Emir
Sonra bize, aynı süt annenin emzirdiği çocukların kardeş olduğunu, aralarında zamanın bile kopartamayacağı bir kan bağı oluştuğunu söylerdi.Hasan'la aynı memeden süt emmiştik. İlk adımlarımızı aynı bahçede, aynı çimenlerın üzerinde atmıştık. Ve ilk sözcüklerimizi aynı çatının altında söylemiştik. Benimki Baba idi. Onunkiyse Emir. Benim adım. Şimdi geriye bakınca, 1975 yılında olanların ve onu izleyenlerin kökeninde işte bu iki sözcüğün yattığını görüyorum.
Reklam
[20. Ahmed er-Razi-Billâh] Daha sonra kardeşi Ahmed er-Razî-Billâh b. el-Muktedir'in emirliği başlar. Emirlerden hiçbiri onun hükmünü kabul etmedi. Hep birden ona muhalefet ettiler. Her bir sultan da kendi bölgesinde müstakil yönetici oldu. er-Razi-Billah'ın elinde Bağdat ve civarından başka bir yer kalmadı. Onun döneminde Frenkler Şam bölgesinin bazı sahillerini ele geçirdiler. er-Razi üç yüz yirmi dokuz yılında öldü. Emirliği altı yıl on ay sürdü. [21. İbrahim el-Mütteki-Lillâh] Onun ardından kardeşi İbrahim el-Mütteki-Lillâh b. el-Muktedir'in emirliği gelir. (Onun döneminde) memleketin yöneticisi Hakem et-Türkmâni idi. el-Müttekî'nin hükmü kâğıt üzerinde kalmaktaydı. Tüzün, Bağdat'ı istia etti. el-Mütteki kaçtı fakat Tüzün ona yetişip yakaladı ve gözlerine mil çektirdi ve emirliği el-Müttekî'nin amcasının oğlu el-Müstekfi'ye üç yüz otuz üç yılında teslim etti. el-Müttekî'nin emirliği dört yıl sürmüştür [22. Abdullah el-Müstekfi-Billâh] Daha sonra amcasının oğlu Abdullah el-Müstekfi-Billah b. el-Müktefi b. el-Mu'tazıd'ın emirliği gelir. Emir olur olmaz Tüzün'e hil'at giydirip memleketin idaresini ona bıraktı Muizzüddevle el-Müstekfi'nin gözlerine mil çektirdi. Bu hadise üç yüz otuz dört yılında gerçekleşti. el-Müstekfi'nin emirlik müddeti bir yıl dört aydır.
Sayfa 162
[15. Ahmed el-Mu'temid-Alellâh] Ondan sonra Ahmed el-Mu'temid-Alellah b. el-Mütevekkil'in emîrliği başlar. zayıf ve aciz biriydi. İki yüz yetmiş dokuz yılında öldü. Emîrlik müddeti yirmi üç yıldır. [16. Ahmed el-Mu'tazıd-Billâh] Ardından Ahmed el-Mu'tazıd-Billâh b. el-Muvaffak'ın emîrliği gelir. Cesur, âdil, büyük bir heybet sahibi, üstün zekâlı biriydi. Ardında güzel eserler bırakarak iki yüz doksan senesinde vefat etti. Emîr- liği on yıl dokuz ay sürdü.
Sayfa 156
Hasan der ki yaratanıâşık gibi sevelim, Mevlam ol dem emir verir yağmur yağar bilelim, Kendimizi Mevla'nin huzurunda görelim Rahmet olan yağmuru ihlâsla isteyelim. Hasan Çelik Efendi 1986
İbnu'l- Murteza'nın el-Munye'de naklettiği şu olay, Kur'an'ın kaza ya verdiği manayı güzel anlatır: "Hz. Ali'ye yaşlı bir adam şöyle sorar: "Öyleyse, bizi sevkeden kaza ve kader nedir?" Hz. Ali: "O Allah'ın emir ve isteğidir" der ve şu ayeti okur: Ve kada rabbuke ellâ ta'budû illa iyyahu/ "Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenize hükmetti." (İsra 17:23) Hasan el-Basri de Hz. Ali ile aynı görüştedir. İkisi de kaza ve kader'i, "Allah'ın emir ve nehyi, istek ve arzusu" olarak açıklamıştır.
Sayfa 144Kitabı okudu
818 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.