Reşat, alnı asma dallarıyla kuşatılmış bahçe kapısından girerdi gün batarken. Sekiz yıldır yaptığı gibi üstünü başını çırpar, şapkasını çıkarıp pat pat vururdu dizlerine. Sonra duvarın dibindeki masaya çökerdi usulca. Bakınırdı sağına soluna. Gözleri duvar boyunca sıçrayan asmanın dallarında, köşede yeşil bir sessizliği yudumlayan zambaklarda, saksıların içinde yatan birer avuç yaprak ölülerinde dolaşırdı bir süre.