Karanlıkta iki gölge, umutsuz, ağır alacakaranlıkta birbirine uzanıyor. Elleri birleşiyor ve ışık, yüz altın kupadan dökülen bir güneşmişçesine sel olup yayılıyor.
Peleus'u ben de kucaklamış, ince, tel gibi vücudunu hissetmiştim. Akhilleus yaşlandığında o da böyle olacak, diye düşünürken, birden hazırlamıştım. Akhilleus yaşlanmayacaktı. (o kadar zamanı kalmamıştı)
Akhilleus kıpırdanıyor, vücudunun misk gibi tatlı kokusunu taşıyan hava da onunla birlikte hareket ediyor. İşte, kaybedeceğim şey bu, diye düşünüyorum. Bunu kaybetmektense kendimi öldürürüm, diye düşünüyorum. Ne kadar vaktimiz var ?
Gerçekten de Akhilleus'u tanımayacağımı mı zannetmişti? Onu yalnızca dokunarak, yalnızca koklayarak bile tanırdım; kör olsam bile nefeslerinden, ayaklarının yere vuruşundan tanırdım. Ölmüş olsam bile, dünyanın sonu gelmiş olsa bile tanırdım onu.
Kheiron, "Tanrıların adil olması gerektiğini söyleyen bir kural yok, Akhilleus," dedi. "Hem biri gitmişken dünyada kalmak daha büyük bir cezadır belki. Sence?
"Bu organlardan birinde açılan yara, eninde sonunda ölümcül olur ama ölüm en çabuk buradan gelir." Parmağı, Akhilleus'un şakağındaki hafif çukurluğa dokundu. O noktaya, Akhilleus'un hayatının o kadar savunmasız olduğu o yere dokunulduğunu görmek içimi ürpertti.