Farkettim ki hayatı hep erteleyerek yaşamışım hayat önüne tatsız tuzsuz bir yemek koyuyor ben aman canım bir sonraki de tuzlu olur mantığı ile durumu kabullenmişim sanki önüme gelecek tabaklar sonsuzmuş gibi
Farkettim
Sağ gözüme buz torbası tutarken, neyse ki kıskançlık sona eriyor, diye geçiriyorum içimden. Sevgi ise bitmiyor; en azından benim için. Günün birinde sevmiş olduğum herkesi hâlâ seviyorum ve ister benim isterse onların sadakatsizliklerinin ardından yaşanan ayrılıklara rağmen onları, her şey yanıp kül olmadan önceki o saf ve temiz halleriyle görmekten alıkoyamıyorum kendimi. Aptalca bir kahramanlıkla sahip çıkıyorum tüm aşklarıma ve yaralarıma. Aksi, kendimi de inkar etmek olurdu zira. Bunun herkes için geçerli olmadığını biliyorum; utanç örtüsü kalın ve sağlamdır ve pek çok kişi nefretini ve pişmanlıklarını birer nişan, havaya kaldırılan bir kılıç misali, sevgilerini taşıdığı kadar gururla ve azimle taşır.
Sayfa 163 - Bu da Geçecek, Milena Busquets/ Domingo Yayınları/ 2. Basım, Ekim 2015Kitabı okudu
Reklam
KURANTUM ATEİZMİN ÖZGÜRLÜĞÜ
Bugün ateist olmanın aslında çok özel bir durum olduğunu farkettim... 14 milimetre uzunluğundaki bir embriyonun kalp atışlarını dinlediğim sırada. Dinlemekten de öte. Görüntülü olarak İzlediğim sırada. 1.4 santimlik bir şey, kalbe denk gelen yeri, evet sol göğüs kısmı büyüyüp küçülüyor. Ne inanılmaz bir görüntü. 14 milimetre boyundayken kalbi atabilen bir neslin, büyüdüğünde Tanrı'ya inanmıyor olması, ancak Tanrı'nın hikmetiyle açıklanabilir bir durum. Ateistlik, Ateist Yobazlık ancak Tanrı'nın isteğiyle gerçekleşebilecek bir durum. Bu O'nun, sevgi gösterilerinden hiç de haz almayan, kendisine yönelecek sevgileri sınırlamaktan çekinmeyen bir merci olmasıyla ilgili. Rahman olmak, sımsıcak olmak ama gerektiği yerde de sululuk istemediğini hissettirenlerden olmak. Tanrıtanımaz kardeşlerimize geçici de olsa, uzak dur mesajı verilmiş. Ve bu durum, ancak yeni bir izinle kalabilecek bir safha. İzin gelmedi mi kalkmıyor perde... #Kur'antum #Kuran-î Devrim #levhi mahfuz #buRak özDemiR
Ama birden farkettim ki ne ben ne de bir başkası hiçbir yere ait değildi. Aidiyet bir kandırmacaydı küçük çocuklara anlatılan. Hiçbir yerde hiç kimse beklemiyordu kimseyi.
Neden "güzel ve yüce şeyler" üzerine anlayışım .derinleştikçe daha çok batağa saplanıyor ve boğulacak gibi oluyordum? Üstelik bu, rastlantı değil, kaçınılmaz bir hal olarak meydana gelmeye başlamıştı bende. Bu durum bir rahatsızlık, bir dengesizlik değil, sanki benim olağan halim gibiydi. Sonradan, bu hale karşı koyma isteğimin olmadığını farkettim. Artık yaratılışımın bir parçası olduğuna inanmak üzereydim. (Belki de çoktan inanmıştım.)
Bir gün bir dostum bana: 'Bir ölüye göre fazla nefes alıyorsun demişti'. Başta yadırgamış, ama sonradan ona hak vermiştim. Yaşamaya büyük bir yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Yani nasıl yaşanması gerektiğini çok iyi biliyorum. İyi hayat nasıl geçirilir, çok iyi biliyorum. Ama ilgimi çekmiyor. Yani yaşamaya büyük bir yeteneğim var ama ilgimi çekmiyor. Durmayacak kadar yorgun ama ölemeyecek kadar hayattayım. Neden böyleyim? Ve neye dönüşeceğim? Sürekli, kendime bundan sonra ne yapacağımı soruyorum. Hep aynı soruyu. Yüz kez. Bin kez. Kendimi defalarca buluyor, defalarca kaybediyorum. Aynaya bakıp kendimi tanıyamamak, kendi anılarımı sanki başkası yaşamış gibi anlatmak, hiçbir şeyde kayda değer bir varoluş nedeni bulamamak o kadar korkunç ki. Ve bir şey farkettim. Hiç kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağımı keşfettim. Çünkü benim için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı. Varlığıma nedensizlikten dolayı delirdim ben. Hiçbir varolma nedenini kendime yakıştıramadığımdan. Gerçekten de bu insanlarla aynı çağda yaşayamıyordum. Sorarlarsa 'Ne iş yaptın bu dünyada?' diye rahatca verebilirim yanıtını: Yalnız kaldım. Kalabildim. Altı milyar arasında doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçebildim aralarından.
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.