Fenalıklara Değil İyiliklere Bak
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile alâkalı Hz. Muâviye (r.a.) şöyle anlattı: Bir seferde Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) matarasını taşıyan Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) rahatsızlanmıştı. Ben hızlı davranarak hemen Resûlüllah’ın abdest aldığı matarayı aldım, hürmetle Resûlüllah Efendimiz’in eline su dökmeye başladım. Resûlüllah Aleyhisselâm bana bakınca heybetinden başımı eğdim. Sonra Resûlüllah (s.a.v.) bana tekrar baktı ve: “Ey Muâviye (r.a.), eğer Müslümanların işlerini görmek sana verilirse Allâh’tan kork ve adaletle hareket et.” buyurdu. Bundan iyice anladım ki bu iş, benim başıma gelecektir. Abdest suyunu dökmeye devam ettim. Sonra Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ikinci defa baktı ve: “İyi bil ki benden sonra ümmetimin işlerinin başına geçersin. O vakit geldiğinde sen onların iyiliklerine bak, suçlarına ve fena hallerine bakma.” buyurdu. Bundan dolayı Hz. Muâviye (r.a.), insanlara hep yumuşaklık ve tatlılıkla davranırdı. (İslam Tarihinden Altın Sayfalar, Fazilet Neşriyat)
BERAÂT GECESİNDE İBADET
Şâbân-ı şerîfin on beşinci gecesi Berat Gecesi’dir. Bu gecede hiç olmazsa bir tesbih namazı kılınır. Berat Gecesi’nde kılınması tavsiye edilen “Hayır namazı” vardır. 100 rekâtlik bu namazı kılan kimse o sene ölürse şehitlik mertebesine nâil olur. Namaza şöyle niyet edilir: “Yâ Rabbi, niyet ettim senin rızâ-yı şerîfin için namaza. Beni aff-ı
Fazilet neşriyat
Reklam
Bazı yerlerde, ehl-i imanın nokta-i istinadının yıkılmaya başladığı ve bir kısım esbab ve neşriyat, imanın erkânına karşı muhalif cephe alıp Allah'ı inkâr eden insanlar alenen ve tefahurla dolaştığı ve Kur'an'ın evamirine muhalif hareket etmek ve manevî kuvvetlere inanmamak, icad ve tasni hakkını şuursuz, kör, sağır tabiata vermek bir şiar-ı medeniyet ve irfan ve münevverlik telakki edildiği yürekler titreten şu dehşetli asırda, Kur'an'ın bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'u telif ederek, muzdarip ve iman âb-ı hayatına muhtaç pek çok bîçare gönüllere panzehir hükmünde olan devalarını vererek onlara saadet-i ebediyeyi müjdeleyen ve davalarını gayet kat'î bürhan ve hüccetlerle ispat eden, hakikat cadde-i kübrasında kudsî ve muazzez rehberimiz ve ‎ اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ‎ sırrıyla Risale-i Nur ile imanlarını kurtaran yüz binler Nur talebesinin hasenatının bir misli defter-i a'maline geçen fazilet-meab efendimiz!
Peygamber Efendimizin Taziye Mektubu
Ölüm büyük bir hadisedir. Böyle bir hadise karşısında kişinin hüzünlenmesi ve kederli bir hal alması gayet normaldir. Ancak hüznü infiale dönüştürmemek, bağırıp çığırmamak gerekir. Bir de tabii ki içine atıp bastırmamak. En güzel taziye, sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), Muaz bin Cebel’in (r.a.) oğlu vefat ettiği zaman ona yazdığı mektuptur. Mektup şöyledir: “Bismillâhirrahmânirrahîm Bu mektup, Allâhü Teâlâ’nın Resûlü Muhammed’den (a.s.) Muaz bin Cebel’e yazılmıştır: Selamün aleyke (Allah’ın selamı sana olsun) Muhakkak ki mallarımız, çocuklarımız, ailemiz Allâhü Teâlâ’nın, bize bahşettiği nimetlerdir. Bunlar Allâhü Teâlâ’nın bize emanet olarak verdiği şeylerdir. Onlardan belli bir vakit faydalanırız. Sonra vakti gelince Allâhü Teâlâ, onları bizden alır. Onun hakkı, bize verdiği zaman, şükretmemiz, geri aldığı zaman da sabretmemizdir. Senin oğlun da Allâhü Teâlâ’nın sana bahşettiği nimetlerden ve faydalanman için sana verdiği emanetlerden biri idi. Sevinç ve iyi bir hal ile oğlunla seni faydalandırdı. Sonra da bir ecir ve sevap karşılığında onu senden aldı. Sakın feryat ve figan etme. Zira bu, senin alacağın sevabı yok eder. Eğer bu musibetin sevabı sana gösterilse, başına gelen musibet elbette ona nispetle çok küçük kalırdı. Allah’ın vaadini sabırla bekle. Vesselam…” (Şir’atü’l-İslâm, Fazilet Neşriyat, İstanbul 2012 s.246.)
HÂCE ALİ RÂMÎTİNÎ (K.S.)
Silsile-i Sâdât’ın on ikinci halkası olan Hâce Ali Râmîtinî kuddise sirruh Hazretleri, Buhârâ yakınlarındaki Râmîten’de doğdu. Lakabı, Azîzân’dır. Dînî ilimleri tahsilden sonra Mahmûd İncîrfağnevî Hazretlerine intisâb etti. Üstazı İncîrfağnevî Hazretleri, vefatları yaklaşınca irşâd vazifesini Ali Râmîtinî’ye (k.s.) emanet ettiler, diğer
İMÂM CAFER-İ SÂDIK RADIYALLÂHÜ ANH
Silsile-i Sâdât’ın dördüncü halkası olan Cafer-i Sâdık (k.s.) Hazretleri, 8 Ramazan 80 (M. 699)’da Medîne-i Münevvere’de dünyaya geldi. Ehl-i Beyt’in büyüklerindendir. Cafer-i Sâdık (k.s.), Tâbiîn’den olup Ashâb-ı Kirâm’dan Enes bin Mâlik ve Sehl bin Sa‘d’ı (r. anhümâ) görmüştür. İmâm-ı Âzam Hazretleri, Cafer-i Sâdık Hazretlerine intisâb etmiş
Reklam
Selman-ı Farisi (r.a.)
Silsile-i Sâdât’ın ikinci halkası olan Selmân-ı Fârisî (r.a.), Ashâb-ı Kirâm’ın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sohbetleri şerefiyle en yüksek manevî derecelere kavuşmuştur. Ashâb-ı Kirâm arasında en hayırlı, en zâhid, en faziletli ve Peygamber Efendimize en yakın olanlardandı. Aslen İranlı olup İsfahân
Şehvetnâmeler ve Gençliğe düşen vazife Dinsiz bir millet nasıl yaşayamazsa, ahlâksız bir cemiyet­ de pâyidar olamaz. Bu, iki kere iki dört kabilinden, değiş­mez bir kaidedir. Hangi cemiyet bu kaideye aykırı hareket etmişse, er geç, fakat mutlaka inkıraz bulmuştur. Misal mi istiyorsunuz?. Lütfen, tarih kitaplarını açınız. Cihan tarihi, bu
19 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.