Atatürk
Turkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı olarak geçirdiği on beş yıl içinde Atatürk yeni bir kimlik edinmiş ve kendi kendine yeterli ve bağımsız bir millet yaratmayı başarmıştı. Bir ülkeyi yarı feodal, kırsal temellerinden çağdaş bir endüstri ekonomisine dönüştürme projesini başlatmıştı. Tüm ulusun enerjisi yurt içinde gelişmeye odaklanmışken Türkiye'nin dış politikası da statükoyu korumak üzerine kurulmuştu. 1923`te Cumhuriyet kurulduğunda. Türkiye kibrit gibi basit bir şeyi bile üretemez durumdaydı. Ancak, 1930'ların ortalarına gelindiğinde, fabrikalar tekstil ürünleri, şeker, kâğıt ve çimento üretiyordu; bir İngiliz firması demir-çelik sanayiini kurma aşamasındaydı. Demiryolları gibi yabancı sahipli işletmeler, her ne kadar 'kamulaştrma" yerine "devletleştirme" terimi seçilmiş olsa da, devlet tarafından satın alınıp kamulaştırılmıştı.
Kemalizm
Kemalistler ise, toptan bir toplumsal, ekonomik ve siyasi dönüşüm istiyorlardi. Devleti artık geleneksel toplum kuralları ve sembolleriyle yönetmek istemiyor, Türkiye'yi 20. yüzyılda hızla ilerletecek yeni, laik bir ideoloji yaratmak istiyorlardı. Kemalistler, Batının materyalizmini, teknolojisini, modern silahlarını, fikirleriyle beraber benimsemek, böylelikle toplumu, kelimenin en geniş anlamında, dönüştürmek istiyorlardı. Bu, dinin devletten ayrıldığı değil, devletçe kontrol edildiği bir laik toplum yaratmak demekti. Onlar için çağdaşlık ekonomik ve toplumsal boyutlarla birlikte siyaseti ve kültürü de içeren geniş bir bütünlüktü. Geleneksel, ataerkil toplumlarını kökten ıslah ederek hem çağdaşlığı hem çağdaşlaşmayı başarmak istiyorlardı.1923 sonrası Kemalizm'in siciline bakarsak rejimin gelenekselcilikten baş döndürücü bir hızla modernliğe doğru ilerlediğini görürüz.
Reklam
1. Dünya Savaşı öncesi
Osmanlıların Balkan Savaşı süresince ve sonrasında diplomasi alanında dışlanmasından beri İttihadçılar Avrupa 'daki iki bloktan biriyle ittifak kurmaları gerektiğine karar vermişlerdi. Bu ya İngiltere, Fransa ve Rusya'dan oluşan Üçlü itilaf olacaktı veya Almanya, Avusturya ve İtalya' 'dan kurulu olan Üçlü İttifak. İttihatçılar Üçlü İtilafı tercih ederek sırasıyla İngiltere, Fransa ve Rusya'ya yanaştılar, ancak bunların her biri tarafindan geri çevrildiler. Almanya da Balkan Savaşı'ndaki Osmanhlar'ın başarısızlıkları sonrasında Istanbul'la bir ittifaka girmekte aynı derecede kararsızdı; Osmanlılar hem askerî hem diplomatik bir yük olmaya adaydı. Ancak Haziran 1914'te Avusturya-Sırbistan savaşının çıkmasından sonra, Berlin, bir Osmanlı işbirliğinden kazanacağı şeylerin kaybedeceklerinden daha fazla olduğunu hesapladı. Berlin ancak savaşa gireceğinden kesinlikle emin olduğu zaman İstanbul’a yöneldi.
Harekat Ordusu
Bu arada, meşrutiyete bağlı subaylar 'Hareket Ordusu' adı altında bir kuvvet oluşturarak, başkentte düzeni sağlamak ve asileri cezalandirmak üzere Selânik'ten yola çıktılar. Hareket Ordusu'na siyasetin dışında kalan ve sert disipliniyle tanınan bir asker olan Mahmud Şevket Paşa komuta ediyordu. Kendine gelen ve anayasanın yürürlükte olduğunu, her şeyin bir kez düzen yerine oturdu mu, iyiye gideceğini söyleyen heyet tarafından yapılan hareketten vazgeçme teklifini reddetti. Başkente girdi ve 24 Nisan`da kısa bir çatışma sonrası şehri ele geçirdi. Bu arada, Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan Meclis-i Umumi-i Milli adı altında şehrin dışında Marmara kıyısında bir Rum köyü olan Ayastefanos'ta (Yeşilköy'de) 22 Nisan 1909'da toplandı. Bunlar, meşrutiyeti teminat altına alarak Sultan II. Abdülhamid`i tahttan indirme kararı aldılar ve bu Meclis kararı da şeyhülislâmın bir fetvasıyla onaylandı.
2. Abdülhamid dönemi
Ticaret, tarm ürünleri ve madenlerin ihracından faydalanmaya başladı. Öte yandan, korunmayan sanayi Avrupa 'dan gelen ithal ürünlere karşı rekabet edemedi. Bu sebeple, endüstri kısıtlı ve yerel ölçekliydi; zanaatkârlar deri, cam, kumaş, ve kağıt ve halı dokuması üretimi gibi işler üzerinde yoğunlaşıyorlardı. Sonuç olarak, Osmanlı endüstrisi azgelişmiş kaldı ve ancak Cumhuriyet döneminde sanayileşmeye yönelik önlemler alndı. Abdülhamid'in eğitim reformları en önemli reformlar oldu, ancak bunlar aynı zamanda rejimin zayıflamasına da yol açtı. Padişah bu reformları başlatarak adeta kendi mezarını kazdı. Böylelikle Müslüman nüfus arasında eğitim önemli ölçüde genişlerken yine de gayri-Müslimler arasındaki hıza yetişemedi. Ortaokul ve lise eğitimine önem verilirken ilköğretim ihmal edildi, böylece de genel cehalet oranı yüksek kaldı. Ancak şehirli alt-orta sınıf üyeleri için özellikle askeri ve bürokratik kariyer amaçlı laik eğitim, sınıf atlama aracına dönüştü. Hamidiye dönemi okulları, alt-orta sınıf mensuplarına askeri okullara girerek sınıf atlama imkânı tanıdı.
Feroz Ahmad
"Devlete yaslanmayı başaramayan Demokratlar, ken­dilerinin ve haleflerinin bir fetiş haline getirdikleri milli irade'yi kendilerine bir bayrak olarak aldılar. Demokratların 1950-1960 döneminde, ezici bir çoğunluğa sahip oldukları halde neden bütün bir on yıl boyunca muhalefetle uğraştıklarını anlamak zordur."
Reklam
Akla gelmeyen Türk
"Jön Türkler" terimi, Osmanlı İmparatorluğu'nun politik söz dağarcığına 20. yüzyıl başlarında girdi. Daha önce Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bahsederken "Türkiye" terimini kullanıyordu, bazen de Balkanlar'daki Osmanlı topraklarına işaret etmek için "Avrupa Türkiyesi", Anadolu ve Arap vilayetlerine işaret etmek için "Asya Türkiyesi" terimlerine başvuruyordu. Osmanlılar imparatorluklarını "TÜRKİYE" adıyla ANMIYOR, kendileri için de "TÜRK" nitelemesini KULLAN-MI-YORLARDI.
Sayfa 3 - Türkiye İş Bankası Yayınları
İttihatçılar
İTTİHATÇILAR, siyasal fikirlerle fazla ilgili olmadıklarından, getirdikleri formüllerin çoğu basit ve saf bir nitelikteydi. Dik kafalı, inatçı, kendi yarattıkları dışında yapılagelmişleri önemsemeyen adamlardı. Biçimlenmemiş bir meşrutiyetçilik kavramı dışında, gelecekteki eylemlerini belirleyecek ilkelerden yoksundular. Değer ölçüleri; kolektif disiplini bireycilikten üstün gören ve siyasetin, merkezi ve oligarşik bir denetim altında bulunması gerektiğini savunan küçük, saygınlığı az bir grubun değer ölçüleriydi. Kendilerini bir buluş sahibi olarak görüyorlar, daha önceki hareketlere bazı şeyler borçlu olduklarını düşünmüyorlardı. Biricik emelleri, Jön Türk hareketini, modası geçmiş ve yozlaştırıcı olarak niteledikleri liberalizm mikroplarından arındırmaktı. Ancak, değişiklik kadar süreklilik de tarihsel gelişimin kaçınılmaz bir parçası olduğundan, kendileri kabul etmeseler bile geçmişin etkisi altındaydılar.s.190-191
Sayfa 191
Millî ekonomi
İttihatçılar, ekonomik egemenliğe sahip olmadıkça, milli egemenliğin anlamı olmadığını anlamışlardı. Ekonomik egemenlik için yabancı boyunduruğundan kurtulmak yeterli değildi; devletin desteğiyle kurulan ve geliştirilen bir millî ekonomi gerekliydi.
Sayfa 191
Borç almak
1875'te Babıâli, 200 milyon sterlin tutarında dış borcu ödeyememişti. Altı yıl sonra(1881) da tuz, tütün, ipek ve balıkhaneler gibi kaynaklardan sağlanan BAZI DEVLET gelirlerine EL KOYMA YETKİSİNİ ALACAKLILARA TANIMAK zorunda kalıyordu. Bu işlemin denetimiyle görevlendirilen kuruluşa Düyun-u Umumiye(Osmanlı Kamu Borçları İdaresi) adı verilmişti.
Sayfa 101 - Kaynak Yayınları
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.