Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İşin aslı öğrenmek, bilgiyi işleme sokabilmek ve kullanabilmektir. İnsanda bu faaliyete dair bir meleke oluşmasıdır. En teorik konularda dahi durum böyledir. Yani örneğin fıkıh usulü ya da bilim felsefesi öğrenmek, kelime ezberlemekten ya da sayfalarca okumaktan ibaret değildir. Bu ilmi, meselelerle karşılaştığında adeta bir "meleke"
İmam Karafî Şihabüddin Ebû'l-Abbas Ahmed b. İdris el-Mısrî el-Maliki (626-684),bir fıkıh usulü âlimidir. Fıkıh ilminde el-Furuk adlı çok değerli bir eseri vardır. Örnek bir fıkıh usulü âlimi olmasının yanında astronomi saati yapımı konusunda maharetli ve ender rastlanır bir kişidir. Nefâisü'l-Usûl fi Şerhi'l mahsûl adlı eserinde
Reklam
18. yüzyıla kadar cadı avı yapan ve yargılamalarda Tanrı'nın iradesini, belli fiiller yaparak bilebileceklerine inanan Avrupa, İslami fıkıh usulü metinlerini, oryantalizmin geliştiği 19-20. yüzyılda nasıl anlayabilirdi? Daha dün, suya attıkları bir kadının suya batması ve batmaması ile cadı olup olmadığına karar verirken bugün, bir metin üzerinden hukuk tartışmayı, metnin içindeki ibareleri tasnif ederek ibarelerin bir anlama delalet güçlerini sınıflamayı, bu tasnife dayalı bir usul oluşturup sonra neredeyse tamamen soyut zeminde bunları tartışarak metafizik olgulara sığınmadan rasyonel bir fıkıh geliştirmeyi ele alan metinleri nasıl anlayabilirler: Doğal olarak anlayamadılar.
Fıkıh usulü ve hermeneutik üzerine
Çok yoğun dil felsefesinin yapıldığı fıkıh usulü metinlerinden, klasik oryantalistler neredeyse bihaberdirler. Oysa bu, tamamen İslam'a özgü bir birikimden kaynaklanmaktadır. Kur'an metninin, derinlemesine anlama çabası ile tekrar tekrar okunması, ondan, fıkıh üretilme çabası esnasında tartışılmasına müsaade edilmesi sebebiyle gelişmiştir. Ancak bir Batılı, bu tecrübelerin hepsinden uzaktır. Bu yüzden "yorum bilim" diye tercüme edilebilecek hermeneutiğin, 19. yüzyılda batının buluşu olduğunu zanneden çoktur. Oysa bu sahada müstakil koca bir İslami literatür mevcuttur.
İşin aslı öğrenmek, bilgiyi işleme sokabilmek ve kullanabilmektir. İnsanda bu faaliyetlere dair bir meleke oluşmasıdır. En teorik konu- larda dahi durum böyledir. Yani örneğin fıkıh usulü ya da bilim felsefesi öğrenmek, kelime ezberlemekten ya da sayfalarca okumaktan ibaret değildir. Bu ilmi, meselelerle karşılaştığında adeta bir "meleke" halinde kullanmak, usul metot ihlal edildiğinde fark edebilmektir. Bunu sağlamayan bir öğrenme eskilerin kıylükal dedikleri "O onu dedi, bu bunu dedi." faaliyetinden öteye gitmez. Bu ne bir ilim ne de bir öğrenmedir. Yine eskilerin güzel tabiri ile "malumatfuruşluk"tur. Malumat ise ilim değildir; dağınık ve bütünlük arz etmeyen, kişiyi değiştirmeyen bilgi kırıntılarıdır.
Sayfa 22 - Tin YayınlarıKitabı okudu
Gazzalinin açtığı yoldan giderek şerî kıyastan ayrı olarak mantık bilgisini de şart koşan usulcülerin sayısı az değildir. Fahreddin er-Razî dahil bazı usulcülerin müçtehit için en önemli ilmin fıkıh usulü ilmi olduğunu ifade etmesi, bazılarının da fıkıh usulü ilmini diğer şartlara ilâveten ayrıca içtihat ehliyetı için gerekli şartlardan biri olarak sayması da müçtehidin şer'i kaynaklar yanında dil ve mantık kurallarına vakıf olmasının, ayrıca delillerden hüküm istinbat etme geleneğini tanımasının gerekliliğine vurgu anlamını taşır.
Sayfa 123Kitabı okudu
Reklam
İktidarın temellendirilmesinde İslâm hukukçularının dayandıkları önemli delillerden birisi de şer'i hükümlerden olan farzların ayni ve kifâî olmak üzere ikili taksime tabi tutulmasıdır. Çünkü ayni farzlar, fert fert mükelleflerin yerine getirmesi istenen şeyler, kifâî farzlar ise toplumun yerine getirmesi istenen yükümlülüklerdir. Şâriin ancak bir kamu otoritesinin varlığıyla yerine getirilebilecek türden siyasi, iktisadi, kazãi vb. toplumsal ilişkilere (muamelât) dair ahkâmı vaz etmiş olması, bunları deruhte edecek siyasal iktidarı zorunlu kılmaktadır. Emanete riayet etmeyi, adaletle hükmetmeyi, hadleri ve cezaları uygulamayı emreden birçok ayettes şäriin, hitabı doğrudan topluma yönelttiği görülmektedir. Bu ve benzeri birçok nastan dini ikame etmek ve gerekliliklerini yerine getirmekle mükellef olanın Müslüman toplum olduğu anlaşılmaktadır. Cüveyni devlet başkanı için "Allah' m Müslümanlarım işlerini kendisine bağladığı kimse" ifadesini kullanir. Buna göre şâriin, emirlerini yerine getirmekle mükellef kıldığa müminler topluluğu bu emirlerin uygulanmasının kendisine bağlandığı siyasi iktidarı belirlemekle de mükellef kılınmış olmaktadır. Bu.. bir mükellefiyet olmanın yanında aynı zamanda bir haktır (yetkidir) Kendi kendisini yönetmesi imkânsız olduğu için toplum bunu, kendisi adına deruhte edecek bir kamu idaresi aracılığıyla gerçekleştirecektir. Nitekim fıkıh usulü älimleri bir vacibi tamama erdiren şeyin de vacip olduğunu ifade etmişlerdir. Bu sebeple Müslüman topluma niyâbeten kamu düzenini sağlayacak, bunun için ilgili ahkamı tatbik edecek yönetim kifâî hükümlerden sayılmaktadır."
Sayfa 35 - KlasikKitabı okudu
İslâm hukukunun kaynaklarını ilk elden okuyabilmek için üst düzeyde Arapça bilgisi gerekmektedir. Arapça bilgisine ek olarak, fıkıh usulü denilen İslâm hukuku sistematiği konusunda da bilgi sahibi olunması gerekmektedir. Bu kapsamda, İslâm hukukuna özgü konularda hüküm bildirebilmek veya yorum yapabilmek ayrı bir uzmanlık alanıdır.
__ Hanefiler dışındaki usulcülerin fikıh usulü tanımında niçin ameli terimi yerine fer'i terimini kullanmaya tercih ettiklerine gelince; muhtemelen bunun bir sebebi fıkhı, içtihatla özdeş görmeleri ve içtihat yoluyla ulaşılan hükümlerin inkårının küfrü gerektirmediğine inanmalarıdır. Buna mukabil Hanefiler içtihadî olup olmadığına bakmaksızın bütün ameli hükümleri fıkıh kapsamında görmektedir. ___
478 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.