Ayı Muhittin, demiri nakış işler gibi şekillendirirdi. Alın terini nala, orağa, sabana çevirmek belki de ibadet yerine geçiyordu.
Kaba saba elleri, ateşe her imza atışında kâtiplere taş çıkarırdı.
O kadar kıvrak ve nazikti!
Kırkındaki kadının doğurduğunu duyan köyün çalkalanması öğleyi bulmazdı.
Sadece köy çapında kalmazdı ki!
Havadisin, dikenlerden zıplayarak
sapaktan öte iki üç kasabaya da uğraması kaçınılmazdı.
Hidayet, kendi hâlinde yaşardı. Sabahtan akşama dek orada burada zaman öldürürdü.
Her kadının, eşi gibi dırdır edeceğini varsaydığı için tekrar evlenmemişti. İhtiyarladıkça yaşama sevinci azalsa da on seneden beri kuşlar kadar özgürdü!
Remzi, burada sadece on yedi gün kalırdı yani geçirdiği her sene için tek bir gün!
Öldüresiye dövüldüğü baba evinde kurduğu hamaktan gökyüzünü uzun uzun seyrederdi.
Kerpiç evin kapısı ile göz göze geldiğinde ise anılar onu karşılardı.
Eski sadrazamını aslında severdi fakat kovmak zorunda kalmıştı. Savunma taktiği dişlerinin arasından taştı:
“Vakti zamanında azletmeye mecburdum. Muhbirlere göre ikili oynuyordu.”
Peki, bu bilgiyi kulağına fısıldayan kimdi?