Uykusuzluktan kafam karıncalanıyor, yatsam zaten zart diye uyurum. Ama okumak en güzel alışkanlık olduğu için kendimi yatarken kitap okumaya alıştırdım küçükken. O yüzden yatağa mutlaka bir kitapla girerim. Sonra iki üç cümle okuyamadan uyurum,sonra genelde seksen kiloluk vücudumla ezerim o kitabı gecenin ilerleyen saatlerinde. Bazen sabah uyandığımda bir bakarım ki kitap ikiye, üçe katlanmış. Sabah kalktığımda dünya yazarlarının en seçkin eserlerinden biriyle göz göze gelirim bazen. Yıpranmış, hırpalanmış. Sanki gece kitap bana “Bu yaptığımız yanlış." demiş de, ben de kulağına "Kendini bana bırak,” diye fısıldamışım gibi. Sonra eş dost meclislerinde konu edebiyattan açılınca konuya iştirak ederim,“Yani o yazarın daha güzel kitapları da var aslında, sadece o dediğin kitabıyla yargılamak doğru değil bence" gibi seviyeli cümleler kurarım. Kimseler bilmez benim o sözünü ettiğim yazarın kitaplarını ne hale getirdiğimi; kitabı okurken ne derece bir fiziksel temas kurduğumu.Bilseler belki "Eheh o senin özelin,biz o kadarını bilemeyiz," falan diye şakalar yaparlar, dediklerimi ciddiye almazlar.
Hayalet Savaşları’nı (Ghost Wars) incelemek istiyorum. Zaman zaman okumuş olduğum ve ben de güzel izlenimler, deneyimler bırakan değerli kitaplara incelemeler yazıyorum ve
Peter bu sözleri duyduğunda içinden ve aklından ne geçtiğini hep merak etmişimdir.Umut mu?Kıvanç mı?Ya da belki korku mu?O gecenin ilerleyen saatlerinde bana din adamlarıyla yaptığı konuşmanın tamamını anlatmış olsa da,bunu söylemedi.Kendi kendime anlamamı istemişti galiba,Peter’in tarzı oydu çünkü.Kişi bir sonuca kendi kendine varmadıysa,o sonuç varılmaya değmezdi.Bu yüzden,ona sorduğumda başını iki yana sallayıp “Sen ne düşünüyorsun C-Bird?”demişti.
Dex yayınlarının korku klasiklerini teker teker okuyorum. Drakula, Frankenstein, Dorian Gray'in Portresi, Operadaki Hayalet, Cthulhu'nun Çağrısı ve son olarak ''Gizem ve Düş Gücü Masalları'' da bu klasiklerin altıncısı oldu. Gotik edebiyatı, korku gerilim sevdiğim bir tür. Ve gotik edebiyatı diye bahsedilince akla
İnsanın sırrı olmalı ve sırrını açık etmemeli. Kendi sırrında istirahatini sürdürmeli. Bu sır, kişinin sandığı kadar melun dahi olsa, onu dış dünyadan ve insanların kibrinden koruyacak, bir sığınak olacaktır. Ne zaman ki insan o mağaradan çıkmak isterse, önce yalancı bir ışık gözlerini kamaştıracak ve gecenin ilerleyen saatlerinde onu bir başına karanlıkta bırakacak. Sırrın kederi, yerini yalnızlığın kaygısına bırakacak. İnsan keder gibi derin bir duyguyla kaygıyı değiştirecek böylece. Hata yapmak, bir kere damarlarından girmiştir artık. Onu tüketen bir uyuşturucu gibi her hatanın başta verdiği hazzın peşinden koşacak. Onu tükettiğinin farkında olarak ama bir umut kırıntısı peşinde sürünerek. Bu yüzden değil miydi zaten; pandoranin kutusundan çıkan son kötülüktür "umut". Bazen düşünüyorum da; bizi cennetten eden yasak meyve de "umut" olmasın sakın ? Zira en çok umutluyken kendimi dünya sürgününde hissediyorum. "Bitti bitecek", " oldu olacak" ile bileyip hayatımızı, bıçak sırtında yaşam sürünüyoruz. Ah! Yine bir bekleyiş içinde bu seslenişler bile: "geldi gelecek!".
Aysel Mamoste
Gecenin karanlığında, ayın gülümsediğini ve yıldızların kahkaha attığını hayal etmek zor değil.
Gece olduğunda, dünya bir karikatür filmi oluyor sanki ve ayın yüzü güldükçe, yıldızlar birer mizah perisi gibi fısıldıyorlar kulağıma.
Yatağa uzandığımda, düşüncelerim birer komedi şovuna dönüşüyor.
Belki de dünya aslında bir palyaço partisidir ve
Bu aralar kasabanın içinden geçen bir derenin üstüne kurulmuş köprü ayağının dibinden balık avlıyorum. Levrek sürüleri gecenin ilerleyen saatlerinde denizden dereye doğru geçiş yapıyorlar. Gökyüzünü süsleyen bir dolunay da varsa keyfim yerine geliyor. Sürü bazen gelip geçiyor ve bir tek balık dahi alamıyorum ama nadiren hızlıda olabilirsem fazla sayıda levrek alabiliyorum. Bu aralar covid sebebiyle sokağa çıkma yasakları başladı. Ne kadar görünmeden avlansamda bazen beni görenler şikayet ediyorlar. Devriye gezen polislerin çoğunu tanıyorum. Gelip selam verip geri gidiyorlar. Ne diyebilirler ki beni kendi evimden, sokaklardan da kovamazlar ya.
'Dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. O sırada ortaya Stellovski adında bir yayıncı çıkar. Dostoyevski’ye şunları söyler: “Bak senin bütün borçlarını kapatacağım. Sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. Fakat bir sözleşme imzalaman gerek.
Senden bir kısa roman istiyorum. Bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi