Ruhumun inkılapçısı olmak sevdasına düştü ve ben, yok olmaya hazır bütün şahsiyetimle onun gözlerinde erimeyi benzersiz bir haz gibi duyacak kadar kendimden geçtim.
Ilık kan damlaları yüzüme damladıkça içimden gelen bulantıya hâkim olamadım. Kan kokusunu aldıkça içimdeki tiksinti daha arttı ama şokun etkisiyle kaskatı kesildiğimden kusamadım. Otuz saniye kadar sürdü galiba. Sonra tamamen kendimden geçtim. Son hatırladığım kare herifin kapıdan çıkmadan önce bana dönüp çatallı sesiyle söylediği iki kelimeydi: Kan Tiyatrosu."
Tekrar yatıyorum, bağışlayın. Korkarım, coşup kendimden geçtim, yine de ağlamıyorum. İnsan bazen sapıtıyor, apaçık gerçeklerden kuşkuya düşüyor, hatta iyi bir yaşamın sırlarını keşfettiği zaman bile. Benim çözümüm kuşkusuz en iyisi değil. Ama insan yaşamını sevmediği zaman, onu değiştirmek gerektiğini bildiği zaman, elinde başka seçeneği yoktur, öyle değil mi? Bir başkası olmak için en yapmalı? Olanaksız bu. Artık hiç kimse olmamak, herhangi biri uğruna kendini unutmak gerekirdi, hiç değilse bir kez. Ama nasıl? Bunaltmayın beni. Ben, bir gün bir kahvenin terasında elimi bırakmak isteyen o ihtiyar dilenci gibiyim. "Ah, bayım," diyordu adam, "mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan." Evet, ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin o kutsal masumluğunu yitirdik biz.