Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kuşkusuz pazar ekonomisi, artık kimsenin, özellikle de eski komünist ülkelerin geri dönmek istemediği bürokratik ve güdümcü ekonomiye olan üstünlüğünü kanıtladı. Gelgelelim, tek modele dönüşen kapitalizm, toplumsal bilançosu konusunda kendisini sürekli eleştiren, işçi hakları ve eşitsizlikler konularında dürtükleyen, yararlı, büyük olasılıkla yeri doldurulamaz bir rakibini yitirmiş oldu. Sözü geçen bu haklara, komünist ülkelerde kapitalist ülkelerin çoğundan daha az saygı gösterilse de, sendikalar daha sıkı biçimde susturulsa da, tehlikeli nomenklatura sistemi eşitlik ilkesine yapılan göndermelerin hepsini yalancı çıkarsa da, sırf o itiraz olgusu, o saldırılar, o retorik, her toplumun içindeki ve dünya ölçeğindeki o aralıksız baskı, kapitalizmi daha toplumsal, daha az eşitsizlikçi, işçilere ve onların temsilcilerine karşı daha dikkatli olmak durumunda bırakıyordu; etik planda, siyasal planda, hatta, sonuçta, pazar ekonomisinin etkili ve akılcı yönetimi için zorunlu bir düzelticiydi bu da. Bu düzelticiden yoksun kalan sistem hızla yozlaştı, tıpkı artık budanmadığından yabani haline dönen bir çalı gibi. Sistemin parayla ve para kazanma tarzıyla olan ilişkisi edebe aykırı bir hal aldı.
Yasak aşk oyunlarında kazandığı tecrübelerin gerçekten gıpta edilecek türden olduğunu biliyordu sanki. Gelgelelim, Robert South'un deyişiyle. «Kendi mahvolmuşluğuna tutkun» olmaktan o denli uzaktı ki, kendini kaptırdığı bu bir anlık aldanış şimşek kadar çabuk gelip geçiveriyor, hemen ardından, bu geçici zayıflığıyla alay etmek istercesine, buz gibi soğuk, katı mantık geliyordu.
Sayfa 122 - Amaç Temel Yayınları, 1987. Çeviri:Suna Güler
Reklam
Gelgelelim ilk gençliğin yaşamın anlamının değil, bütünüyle çeşitliliğinin peşinde olduğunu unutuyordu tabii.
Felsefe gereklidir efendim; hele çağımızda çok gereklidir, gelgelelim günlük yaşamda pek önemsemiyor.
şimendifer işçileri anlattyor (yıl 1925)
biz şimdi hangi hüzünden aktıktı ve hangi nehirden devredildik, söyle! de ki kalbimizi yorgun kömüre vurup savuran gene biz mi olacağız? de ki acımız, ekmeğimiz, zaferlerimiz de ki böyle böyle
Ölümsüzlerle ölümlülerin karışması iyi sonuçlar ver­mezdi: ateşle balçık ilişkisine benzerdi, gelgelelim kazanan ateşti hep.
Reklam
Gelgelelim belli başlı olaylar yaşandıktan ve olup biten­ ler eski tantanasını yitirdikten sonra arkandan gülenlerin çok oldugunu anladım - nasıl da dalga geçiyor, hakkımda fıkralar anlatıyorlardı, kimi hoş kimi pis fıkralar; beni bir masala dönüştürmüşlerdi, hatta masallara, ama bunlar işitmek istemeyecegım türden masallardı. Kendi hakkında ileri geri konuşulan lafların bütün dünyayı dolaştığı bir ka­dın ne yapabilir ? Kendini savunmaya kalkarsa suçlu durumuna düşer. Ben de bu nedenle biraz daha bekledim. Şimdi herkesin solugu tükendigine göre, artık masal anlatma sırası bende. Bunu kendime borçluyum
"İyi etki diye bir şey yoktur Bay Gray. Etki, özünde tümden gayriahlakidir;bilimsel olarak da böyledir." "Neden?" "Çünkü bir insanı etkilemek ona kendi ruhunu vermektir. Etkilenen kişi artık kendi fikirleriyle düşünemez, kendi tutkularıyla yanıp tutuşamaz hale gelir. Sahip olduğu erdemler bile gerçek değildir artık. Günahları bile ödünçtür, günah diye bir şey varsa tabii. Artık bir başkasının müziğindeki bir yankıdan, kendisi için yazılmamış bir rolü oynayan bir oyuncudan ibarettir. Oysa yaşamın amacı kendi kendini geliştirmek, tekâmül etmektir. Dünyaya gelme sebebimiz özümüzün farkına varmaktır. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. Hayırseverler Hayırsever olmasına, açları doyurup yoksulları giydiriyorlar. Gelgelelim kendileri çırılçıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor. Cesaret denilen şey insanlığı çoktan terk etmiş. Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dinin sırrı ise Tanrı korkusu: İşte bizi yöneten iki şey. Yine de..."
İstek(will), bir …’den yoksun olma ve ona sahip olamamanın ifadesidir. A, istek duyar B’ye karşı, çünkü B’de olan A’da yoktur. Sizde olan bir şeyi isteyemezsiniz, ancak ve ancak başkasında olan veya başkasında olduğu düşünülen şey istenebilir. Tıpkı aşk gibi.. Aşkın, arzu ve istekle bu derece ilişkili olması tesadüfle açıklanamaz. Aşk, Platon’un Şölen diyalogunda aktardığı üzre, eksik olanın tamamlanma isteğine karşılık gelir. Bir elmanın yarısı olan, çaresiz ve eksik olan varlık, ötekini de elmanın öteki yarısı olarak görür. Demek ki istek bize şunu der:” Ben eksiğim ve seni istiyorum; sende olan şeyden yoksunum, bu yüzden aradığım şey sende olmalı.” İşin en acı yanı ise, eksikliği çeken kişi, tamamlanma arayışının ötekinde olduğunu düşünmesidir. Çünkü öteki de aynı biçimde karşıdaki kişide eksik olan parçayı arar. Bunlar bazen çakıştığı gibi bazen de uyumlu bir yanılsamanın paylaşımı olarak anlam bulur. Aşk, karşılıklı bir yanılsama halinin, mevcut olmayan eksiklik söyleminin iki kişide de tamamlanmamasıdır. Ortada bir yokluk varsa ona istediğimiz kadar varlık atfedelim onu var kılamayız. Spinoza, Ethika adlı eserinin “Tanrı” bölümünde, Tanrı’nın isteğe/arzuya sahip olmadığını belirtir. Çünkü istek, kendinde olmayanı istemektir; özcesi bir eksiklik tamamlanmak istenir. Nitekim mutlak/bütün olan yani tam olan bir varlık istek duyamaz. İsteğin anlamı da iradedir. O halde Tanrı veya insan irade sahibi de değildir. Gelgelelim özgür de değildir.
Gelgelelim, seksin tek meselesi orgazm değildir. Orgazma takılarsanız başka birçok şeyden mahrum kalırsınız: mesela birine dokunma ve dokunulma hissini, muzip yükselişleri ve beklenmedik inişleriyle tahrik olma trenine binme deneyimini, bedensel yakınlaşmanın rahatlatıcı keyfini. İşini bilen âşıklar orgazm olmadan da çok iyi seks yapıldığını bilirler.
Reklam
Elbette insan benzersiz bir zekâya sahiptir. Gelgelelim her türün kendine uygun zihinsel yetileri vardır. İş kaybolmadan yolculuk etmeye, bir avcının yerini saptamaya, ormanın derinliklerinde yiyecek bulmaya geldiğinde kuşlar bizden çok daha akıllıdır, dolayısıyla iki sinekkuşunun poker oynadığını hiç görmememizin bir önemi yoktur.
Sayfa 115Kitabı okudu
Ne var ki, referans grubunu davranışımı şekillendirmede böylesine yetkin bir fail yapan şey, genel olarak benim seçimim, çözümlemelerim, sonuçlarım ve eylemlerimdir. Gruplara gelince, onlar çoğu kez umursamaz bir biçimde onların hayat tarzı olduğunu düşündüğüm şeyi taklit etmekteki ve onların kıstasları olduğunu düşündüğüm şeyi uygulamaktaki özenimin ve gayretimin ayrımında değildir. Elbette, grupların bazılarına haklı olarak normatif referans grupları adı verilebilir; çünkü onlar, en azından zaman zaman, davranışlarım için geçerli olacak normları koyarlar, benim ne yaptığımı gözlerler ve bundan dolayı eylemlerimi, ödüllendirmek ya da cezalandırmak, olumlamak ya da düzeltmek suretiyle "normatif olarak etkileyecek" bir konumdadırlar. Bu gruplar arasında özellikle ağırlıklı olan, vaktimin büyük bir bölümünü aralarında geçirdiğim aile ve arkadaşlar, öğretmenlerim, işyerindeki üstlerim, sık sık karşılaşmaktan kaçınamayacağım ve kolaylıkla kendilerinden saklanamayacağım komşularımdır. Gelgelelim, benim eylemlerime tepki veren bir konumda bulunmaları, onları otomatik olarak benim referans grubum yapmaz. Ancak ben seçersem, onlara önem vererek ilgilerine karşılık verdiğimde, onların muhafızlığına kayıtsız kalmadığımda böyle olurlar.
Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş. Ölüm, böyle altı okka koymaz adama, Susmak ve beklemek, müthiş.
Etkilenen kişi artık kendi fikirleriyle düşünemez, kendi tutkularıyla yanıp tutuşamaz hale gelir. Sahip olduğu erdemler bile gerçek değildir artık, Günahları bile ödünçtür; günah diye bir şey varsa tabi. Artık bir başkasının müziğindeki bir yankıdan, kendisi için yazılmamış bir rolü oynayan bir oyuncudan ibarettir. Oysa yaşamın amacı kendi kendini geliştirmek, tekâmül etmektir. Dünyaya gelme sebebimiz özümüzün farkına varmaktır. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. Hayırseverler hayırsever olmasına, açları doyurup yoksulları giydiriyorlar. Gelgelelim kendileri çırılçıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor. Cesaret denilen şey insanlığı çoktan terk etmiş. Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dinin sırı ise Tanrı korkusu: İşte bizi yöneten iki sey. Yine de...
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.