Gerçek yaşamı algılarken tek başına oluyordun. Yeniden anımsadığında da, belleğindeki belirsizlikler yüzünden zayıflamış oluyordu. Ama kitaplardaki yaşamı başkaları düşlemişti: Okuduğun şey iki bilincin, seninkiyle yazarınınkinin üst üste gelişiydi. Algıladığın şeyden kuşku duyuyordun, yoksa başkalarının uydurduğu şeyden değil. Gerçek yaşama sürekli dalgalanmaları içinde katlanmaya çalışırken, kendi ritmine göre okuyarak kurgusal yaşamın akışına söz geçirebiliyordun: Onu durdurabiliyor, hızlandırabiliyor ya da yavaşlatabiliyordun. Geriye dönebiliyor ya da geleceğe sıçrayabiliyordun. Okur olarak, bir tanrı gücü vardı sende: Zaman sana boyun eğiyordu. Ağızdan çıkan sözlere, en doğrularına bile gelince, onlar yel gibi geçip gidiyorlardı. Belleğinde birtakım izler bırakıyorlardı bırakmasına ama anımsayınca varlıklarından kuşku duyuyordun. Aklında söylendikleri haliyle mi kalmışlardı, yoksa kendince biçimlendirmiş miydin onları?