Birilerinin yardımına ihtiyacım vardı ama bana yardım etmeye çalışan herkesten de nefret ediyordum. Emin olduğum tek şey vardı; gittikçe ölüme yaklaşıyordum.
Yaşantımın somut bir ispatı olsun istemesem, sadece kadavra olmayı kendime yakıştıramıyor olmasam, çoktan ölmüş olurdum. Ama adını koyamadığım, yapmam gereken, bitirmem gereken bir şey vardı. O anı bekliyordum. Sonuçta bu hayata tanıklık eden biri değil miydim ben de? Bu tanıklığın bir anlamı olmalıydı, bir işe yaramalıydı, ama neye?
Ben insanlardan uzaklaştıkça insanlar da bana karşı tepkisel takılmaya başlamışlardı.
İnsan varlığı bir gerçek olduğuna göre, onun varlığından dağa çok ve daha mutlak olarak var olması gereken Allah'ın varlığına inanmamak, ahlaki yetersizlikten önce, düşünce azlığına yorulmaz mı?
Yunan mitolojisindeki Pandora'nın kutusunu bilirsin değil mi? Açılmaması gereken bir kutunun açılmasıyla hastalık, keder, kıskançlık, açgözlülük, şüphe, kurnazlık, açlık ve nefret, bütün bu uğursuz duygular dışarıya çıkıp gökyüzünü kaplar ve vızıldayarak etrafta uçuşmaya başlar. O zamandan sonra, insanlar sonsuza dek acı içinde kıvranmak zorunda kaldılar. Fakat bu kutunun bir köşesinde karınca büyüklüğünde parıldayan bir taş kalır. O taşta silik bir şekilde yazan "umut" kelimesiyle ilgili bir hikâye bu.
BİRAZ OLSUN YAVAŞLA!!!
Fark ettiniz mi bilmiyorum ama hayatı o kadar hızlı yaşamaya başladık ki….
Belki de buna zorlanıyoruz farkında olmadan. Bazı durumlarda zamandan tasarruf için yapılabilir ki hepimiz de yapıyoruzdur ancak genel anlamda hayatımızın her alanına sirayet etmeye başladı. Bu da bir defa gelip geçeceğimiz şu hayattan tat
İnsan zekâsı için realiteyi kavramak kadar güç bir şey yoktur. Halbuki bu, dünyadaki nizama uyabilmemiz için elzemdir. Bu bilgi ancak tecrübe ve müşahede yolu ile elde edilir. Tecrübe ve müşahede ise gayret ister. Halbuki zihnimiz bu gayrette bulunmaktan hoşlanmaz. Gazeteleri okumak, radyoyu dinlemek yahut film seyretmek çok daha kolaydır. İnsanların çoğu kendi kendilerini, başkalarını yahut herhangi bir şeyi, derinliklerine nüfuz ederek anla- mak kabiliyetinden mahrumdurlar. Bu insanlar gördükleri terbiyenin ve yaşadıkları hayat icabı edindikleri alışkanlıkların kurbanıdırlar. Umumiyetle kültürleri ortaokul yahut lisenin verdiği kültürden ibaret kalır. Fabrikaların, yazıha- nelerin ve kahvelerin o suni havası içinde müşahhas realiteyi tetkik etmek imkânını bulamazlar. Ayak basılmamış tertemiz karın, derin sessizlik içinde bulunan dağların, sevinçlerinden yerlerinde duramayan ve uçuşup duran kuşların, öğle sıcağında hareketsiz duran buğday tarlala- rının güzelliğini ve ıssız bir çiftlikte hastalığın uyandırdı- ğı dehşeti bilmezler. Halbuki bizim için bilinmesi gereken realite, gazeteler, mecmualar, kitaplar vasıtasıyla kazanılan bilgiden değil, müşahede ve tecrübenin verdiği yakın verilerden ibarettir.
Deliler ve Cellatlar
Fantastik sevenlerin okumasi gereken kitaplardan.Türk yazar olarak
N. G. Kabal dan ilk bu seriyi okudum ve yazim şekli ,anlatımı, konusu herseyi ile süperdi. Serinin ilk 2 kitabı o kadar güzeldi ki 3. Kitap için aynı dozda gitmez beklentimi yüksek tutmayayım diyip başladım ama ilk 2 kitaptan daha mükemmeldi. Okurken nova ile sevinip nova ile üzüldüm. Kitabı bitirdikten sonra etkisinden çıkamadım resmen. Hala sinirlerim karman çorman ve kalp kırıklığı yaşıyorum ama iyi ki okumuşum.