Hayatım boyunca trajedinin beni bulmasını beklemiştim. Bulacağından hiç kuşkum yoktu çünkü başkalarının hak ettiğimi düşündüğünden daha fazla arzum, isyanım ve gücüm vardı, yıldırımları üstüne çekecek şeylerdi bunlar.
Zamâne saldı aceb mihmet-i melâle meni
O mâhrûden ırak verdi gam zevâle meni
Tükendi tâb u tevân, ey Hüdâ-yı lemyezelî
Ya tez bu cânımı al ya yetir visâle meni
'Tatlı oğlum,' dedim, 'haklısın, bu dünya vahşi ve korkunç bir yer, suratına bağırılmasını hak ediyor. Ama artık güvendesin ve hepimizin uykuya ihtiyacı var. Bize biraz huzur verecek misin?'
Susuz, soğuk dudaklardan döküldü birkaç hece.
Bak, gökyüzü berrak, yağmur var ve ıslandım.
Her dervişin dimağında yer eden bir bilmece.
Yıl 57, yer Nedim divanında bir gece.
Huzurlu bir ses yükseliyor Sıla-i Rahim’den.
Ölmenin tam zamanı hazır hava güzelken.
Çeşminden dökülmüş doğarken kıvırcık saçların,
bir ezanla fısıldanmış en güzel isim; ADIN.
Şair Lütfü
Bugün kırlangıca yol göründü. Güneşle birlikte yavaş yavaş kanatlandı. Gagasını açmadan avlanmayı öğrendi. Sessizleşti, düşündü ve havalandı. Diyarlar geçti durmak bilmedi. Kırlangıç umutsuzluk nedir bilmedi. Sakince kalbinin pusulasını takip etti. Pusulası bozuldu güneşini bekledi. Duraksadı, gördü ve devam etti. Kuş bakışı izledi; denizi, toprağı, bulutu. Yaşamın sırrını fısıldadı buluta. Neydi bu sır, nasıl biliyordu kırlangıç? Bulut hak etmiş miydi? Artık bu bir sır mıydı? Dayanamadı bulut gözyaşlarını akıttı denize ve toprağa. Gözyaşlarıyla birlikte sır da döküldü yeryüzüne. Varlık buna hazır mıydı? Kırlangıç pişman oldu. Yoruldu, gözlerini kapattı ve süzüldü. Artık sır yoktu ağır bir gerçek vardı. Nereye gidecekti kırlangıç bu suçlulukla. Zihnini zorladı. Gözlerini açtı ve tek dostu onu yalnız bırakmadı. Güneş bulutun gözyaşları arasından gülümsedi. Tek bir diyâr kalmıştı ve kanatlar da oraya yöneldi. Gökkuşağı. Kırlangıç son gücünü topladı. Kanatlarını gerdi. Yeni diyara bakışlarını dikti. Uçtu, uçtu daha da uçtu. Çok yoruldu bitkin düştü. Sadece dinlenmek istedi. Tek çare olarak alçaldı. Bastı toprağa. Ağır gerçekle sulanmış toprağa. Canı yandı tekrar kanatlarını açtı. Dostuna gitmek istedi, olmadı. Fakat bir anda değişti her şey. Kırlangıç hafifledi, canı yanmıyordu. Göz kapaklarını kapattı ve açtı. Kendini gördü. Topraktaydı. Biraz sonra anladı. Yaşamın sırrındaki acı gerçek ruh ile bedeni ayırmıştı birbirinden. Artık yorgunluk yoktu. Gökkuşağına kavuşmak; dostuna ulaşmak vardı.
Yalnızca özgürlük vardı.
"Cadılık hakkında yanılıyorsun," dedim ona. "Cadılık nefretten doğmuyor. İlk büyümü Glaukos'a olan aşkımdan yapmıştım."
Vizon sesini karşımdaymışçasına duydum. Babama başkaldırıyla yapıldı o büyü, seni küçümseyen ve arzularına kavuşmaktan alıkoyan herkese başkaldırıyla.
Bunu hissediyordum. Hastalıklı hava yoğunlaşmış, yağlı bir ağırlıkla her şeyi sarmıştı. Miyazma denirdi buna. Zehirli hava. Arıtılmamış suçlardan, tanrılara karşı işlenen günahlardan ve kutsanmadan kan dökülmesinden kaynaklanırdı.