Antik zamanlarda, büyük Mezoamerika dünyasının ticaret sistemi bugünkü Urah şehrine kadar uzanmaktaydı. Örneğin sıklıkla yeşim taşı olarak andığımız kıymetli mineral, Meksika'nın merkezi havzasından bugünkü New Mexico eyaletindeki Chaco Kanyonu'nun içindeki kutsal alana kadar ticaret yolları üzerinden ulaşmaktaydı. Kuzeyden çıkarılan turkuaz ise güneye kadar yayılmaktaydı. Merkezi Meksika' nın büyük mısır çiftçisi devletlerinin çöküşünün haberi ağızdan ağıza bugünkü Birleşik Amerika' nın güneybatısında yaşayan harekecli göçebe halklara kadar ulaştı. Büyük topluluklar, kuraklık ya da baskın dönemlerinde, söylentilere kulak vererek bereketli toprakları fethetmek ve yeni hayatlar kurmak için güneye indiler. Aclan yoktu; dolayısıyla göçleri esnasında az yükle seyahat etmeyi, baş döndürücü bir hızla ilerlemeyi ve ölümcül taktikler uygulamayı öğrendiler. Dalga dalga gelerek merkezi havzayı ele geçirdiler ve liderlerinin isimleri ile onlara öğüt veren tanrıları efsaneler şeklinde tarihe geçti. Gözü pek yenilikçi yeni gelenlerin fikirleriyle eski mısır çiftçilerinin uygulamaları bir potada eriten bir dizi medeniyet ortaya çıktı. Kuzeyden gelen göçerlerin sonuncusu Mexica (Me-SHEE-ka) olarak adlandırılan bir gruptu. Geç gelişleri onları merkezi havzanın bölük pörçük insanları haline getiren sebep olabilir, zira anlattıkları hikayelere göre bir zamanlar mazlum olmaktan gurur duyuyorlardı ve yükseleceklerine yemin ediyorlardı.
Yaşamın haz ve anlamının bulunabileceği bir yer varsa o da yeni ilişkilere, yeni bağlara, yeni baslangıçlara yasa bürünmeden, cesaretle ve gözü pek kucak açmak, ruhsal anlamda göçebe olmak ve güzelliğin özünü her an biraz daha bilinçli bir şekilde kavramaktır. Çünkü kurtuluşumuz sadece bir iç uyanışla, " ...hayat olaylarının rengarenk örtüsünün gerisinde duran Allah'ın birliğini her zaman yaşayarak kavramakla mümkündür."
Reklam
Bizans İmparatorluğu'nun Küçük Asya'daki eyaletlerine münferit Türk göçebe kabilelerinin gelişi henüz IV. Yüzyılda başlamışsa da, Oğuz kabilelerinin dikkat çekici muhaceretleri XI. Yüzyılda Selçuklu beylerinin idaresinde yoğunlaşmıştır. İran, Irak, Azerbaycan ve Ermenistan'ın doğu kesimlerine yayılmış olan "Büyük Selçuklular", Bizansla komşu olduktan sonra kısa sürede büyük bir güce dönüştüler. XI. Yüzyılın ortalarından itibaren ise Oğuz-Türkmenler Küçük Asya'ya akmaya başladılar. İç çekişmeler yüzünden zayıflamış olan Bizans, göçebelerin - ki tarihçilerin hesaplarına göre sayıları 500 ila bir milyon arasındaydı,- istilasına karşı koyabilecek güçte değildi.Türk kabileleri XI. Yüzyıl sonlarına doğru aşağı yukarı Küçük Asya'nın tamamını zapt ettiler.
Sayfa 13 - SELENGE YAYINLARIKitabı okuyor
(...) büyük çağın Yunanlıları da, çalışmayı hor görüyorlardı; yalnızca köleler çalışabilirdi; özgür insan, bedensel devinimlerden, zekâ oyunlarından başka şey bilmezdi. Bu, aynı zamanda, Aristoteles'ın, Phidias'ın ve Aristophanes'in üyesi oldukları bir ulusun içinde insanın dolaştığı, soluk alıp verdiği bir dönemdi; bu, çok geçmeden İskender'in fethedeceği Asya'nın göçebe sürülerini bir avuç yiğidin Marathon'da yenilgiye uğrattığı dönemdi. Eskiçağ Yunan filozofları, özgür insanı alçaltan çalışmayı aşağı görüyorlardı. Şairler, Tanrıların armağanı olan tembelliği övüyorlardı: O Melibae, Deus nobis hoec otia fecit. (Ey Melibas, Tanrı bu eğlenceyi bizim için yarattı.)
Kozaklar ve Kazaklar
İranîlerin Batı Türkistan'daki bozkırlarda göçebeleşmesi bir nevi Rusların Kozaklaşması olayına benzer. Yerleşik hayat süren ana Rus kitlesinden kopan-kaçan kimseler önce Don ve İdil boylarında, ardından Turgay ve Yedisu gibi Türk ülkelerinde tıpkı Türk Kazaklar gibi hür ve göçebe bir hayat sürmeye başlamışlar ve isimlerini de onlardan almışlardır.
Sayfa 69
göçebe
biliyorsun ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası
Reklam
Gerçek Amazonların Yunanlarla eski usul yay ve oklarla çarpışmak için göğüslerini kestiği miti kanıtlanmış olmasa da son dönemde göçebe İskitlerin kurganlarında (alanın dışındakiler için ölülerin gömüldüğü höyükler diyelim) yapılan DNA testleri ve diğer biyoarkeolojik analiz biçimleri sayesinde bölgede bu tür kadın savaşçılar bulunduğunu biliyoruz, ki bu da Karadeniz'den Moğolistan'a dek küçük kabileler halinde yaşayan savaşçı binici kadınların tarihsel varlığını ortaya koyuyor.
Kendisine en yakın olan, en sevdiği kişiydi o; göçebe yaşantısının içinde bir kutupyıldızıydı; onun sevgisi, kızı Eliza'nınkinden de, limandan limana geçen upuzun gezginliği boyunca kucaklamış olduğu kadınların herhangi birininkinden de daha gerçekti.
Sayfa 26 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Tamah
Şu içimde köpüklenen güngörmemiş sevdayı; Suçmuş gibi öfkeyle hep ağzıma tıktılar. Bulamadım yüreğimin menzilini, yolunu. Beni geçip bozbulanık, bir kuyuya aktılar; Kararttılar cebimdeki kuş sulağı aynayı. Kırmızı gül giderayak sende kaldı tamahım. Bir şehlâ sabahla göçebe akşam arasında, Çoğalttı azıdişlerini durmadan zaman. Bense düştüm peşine cevapsız soruların, Alnımdan başlayıp yüzümü acıyla buruşturan; Sevdayla tenin sallanan yırtık ufkunda. Kırmızı gül giderayak sende kaldı muradım.
Sayfa 272 - Kırmızıkedi
Kamil Paşa'nın layihasında bölgedeki eşkıyalık hareketlerinin nedenleri ana hatlarıyla şöyle veriliyordu: - Vilayette asayişin sağlanması için gerekli önlem alınmamış ve bu olaylar önemsenmemiştir. - Mülki idarecilerin ''yolsuzlukları'' had safhada olup, ayrıca vilayetin büyüklüğü ve işlerinin yoğunluğuna oranla memurlar son derece yeteneksiz ve cahildir. - Vilayetin dağ ve ormanlarında genellikle Yörükler ve aşiretler yaşamakta olup, bu göçebe halk bir türlü iskan edilmemiştir. Bu göçebeler çetelere her türlü yardımı sağlayıp, yataklık yapmaktadırlar. - Aydın vilayetinde görevli jandarma taburları sayıca çok az olup, hiçbir işe yaramamaktadırlar.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.