Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

265 syf.
·
Puan vermedi
·
8 günde okudu
Divan edebiyatını sevdirdiğine kesinlikle katıldığım, kitaplarını ağzımdan salyalar akarak okuduğum, yazarımızın bu kitabında, ne yazık ki, bolca “kibir” gördüm. Üstün niteliklerini çekemeyen komutanlarının ve görev arkadaşlarının var olduğuna, haksızlıklarla, önyargılarla, trajikomik birçok olayla karşılaştığına, kendisi her ne kadar bahriyeli olsa da; Uğur Mumcu gibi bir “Sakıncalı Piyade” kaderine maruz kaldığına, tüm kalbimle inanıyorum. Ancak, kitap boyu kendisinin çevresindekilerden çok üstün olduğunun altını çizmesi; aynaya bakıp “kahretsin, yine çok yakışıklıyım” diyen bir ergenin çevresine hissettirdiği duygular kadar kulak tırmalıyor. Hatta kibir yapmış olabilirim diye başladığı cümlelerde tevazu yapacağım derken, kibrine yeni bir boyut kazandırıp, göz çıkarıyor. Kitabın ana dekoru olan 28 Şubat sürecinden bahsetmeden geçersek bir şeyler eksik kalır gibi hissediyorum. Bu süreci; hangi niyetle olursa olsun, demokrasi olgunluğuna erişemeyen, tek bir ideolojinin hâkim olduğu ülkelerde sonucun her zaman “ mutlak körlük, mutlak haksızlık ve mutlak zulüm” olduğunu gösteren bir deneyim diyerek özetleyebiliriz. Yazarımızın dışında, adını bile duymadığımız çok canlar yakıldı, çok fazla mazlum yaratıldı. Düzene hâkim olanlar, Şark Bülbülü filmindekinden hiç de farklı olmayacak şekilde, sadece “Mazlum’u getirin bana” demeleri yetiyordu. Hak, hukuk mu? Tabi ki hak getire. Heraklitos’un da dediği gibi değişmeyen tek şey değişimin kendisi olduğundan bin yıl süreceği söylenen düzen, birkaç yıl sonra yeniden değişti.Dünün mazlumları bugünün söz sahipleri oldu. Peki, ne değişti? Yeterince ders alıp eksiklerinin giderildiği yeni bir düzen kurabildik mi? Bu bağlamda tekrar yazarımıza odaklanırsak. Kitap boyunca mutlak bir şekilde, sırf hayata daha farklı bir pencereden baktığı için, haksızlığa uğradığını söyleyen yazarımız, bugünün yeni mazlumları için bir “ama” bile diyebildi mi? “Şükür ki; Mazlum oldum ama zalim olmadım” diyor yazar kitabında. “Zalimi sevip zulmü alkışlamasan” da, haksızlığa karşı susmak da zulmün bir çeşidi değil mi? Kitapta da geçen Moliere’in yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumlu olacağımız mealindeki söz artık o kadar önemli değil miydi? Her şeyi yapmaya hakkı olduğunu düşündüğünden dolayı en tehlikeli zalim, dün mazlum olan değil miydi? Katılmadığımız bir düşüncenin ifade edilebilme özgürlüğü için gerekirse canını bile verebilme düsturu malumatfuruşların söylediği içi boş bir safsata mıydı? Yukarıda tatlı su balığı tarzı siyasi bir mesaj vermeye çalışmadım. İnsanlık tarihi boyunca kurulmuş tüm düzenlerde haksızlıklar ve bunun sonucu mazlumlar olmuştur. Konu x parti y parti değil, sorun iktidar kavramı. Yaşadığımız dönemde de, siyasi literatürümüze yeni giren bir sözle açıklamak gerekirse, “hiç bir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler olmuştur” demek çok mu haksızlık olur. Herkes gücü kadar zulmeder. Çocuk; pisipisi diye çağırdığı kediye hiçbir şey vermeyerek zulmeder. Bir yönetim ise, vatandaşın sahip olduklarını haksız yere elinden alarak zulmeder. Vaat edilenin verilmemesi de sahip olunanın alınması da aynı derecede zulümdür. “Mazlumluktan emekli” olan yazarımız bir aydın olduğu halde, hiç muhalif ses çıkarmıyorsa, belki de yanlış giden hiçbir şey yoktur mu demeliyiz? Peki; Yönetenlerin her zaman zalim olduğu anlamına çekilebilecek bu eleştirimiz, ne kadar gerçeği yansıtıyor? Yazarın da kitapta çok samimi bir şekilde ülkemizin büyük bölümün sahip olduğu sağ görüş ile ilgili yaptığı öz eleştiri bu soruların cevabını verir nitelikte görünüyor. Kitapta “sağcılığın” en büyük hastalığının devletin her yaptığı eylemi desteklemek olduğunu söylüyor. Bizim gibi Jakoben şekilde demokrasi ile tanışan ülkeler, bu ilkeyi ancak “mış gibi” yaşarlar. Kutsal olarak kabul gören devletin “yönetenlerini” geçici hizmetliler değil de devlet ile aynı kutsallığa sahip varlıklar olarak baş tacı yaparlar. Bu süreçten sonra devlet yönetiminde yer alanlara yapılacak en ufak eleştiriler de vatan hainliğine kadar genişletilebilecek karşılıklar bulur. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen Şey Edebali gibi Osmanlı İmparatorluğunun fikir babası olarak kabul edilen bir kişiye karşı çok büyük saygı duyan sağ görüşlü kesim, anlam verilemeyecek şekilde, aynı anda “vatan için insan” düsturuna sıkı sıkı bağlı görünüyor. Sözün özü; Hep aynı hikâye, biz “müritler” şeyhlere o kadar çok “sen süpersin, uçarsın” dediğimizden bir süre sonra onlar da uçtuklarına inanıyor. Sonuç olarak da Uçan’ın sınırı olmuyor. O halde siz söyleyin; suç “kanatlandırılan”da mı, "kanatlandıran"da mı? youtube.com/watch?v=82XaMl2...
İki Darbe Arasında
İki Darbe Arasındaİskender Pala · Kapı Yayınları · 20184,783 okunma
··
449 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.