16.yy’da Hindistan Şahı, Kanuni Sultan Süleyman’a yavru, beyaz bir fil gönderir. Fil Çota ile birlikte bakıcısı Cihan da saraya gelir. Cihan kısa zamanda aklı ve merakıyla sarayın sermimarı Mimar Sinan’ın ilgisini çeker. Fakat Cihan’ın herkesten gizlediği sırları vardır. Tıpkı diğer kalfaların da olduğu gibi. Cihan, Sinan’ın dört kalfasından biri olur. Sinan ve kalfaları İstanbul’a sayısız yapılar inşa eder. Bu arada Cihan’ın gözünden hem saray hayatı hem de saray dışındaki halkın hayatı anlatılır. Hani felsefede hiç unutmadığımız bir tanım vardır ya felsefe yolda olmaktır. İşte Ustam ve Ben de aslında Cihan’ın yolda olma sürecidir. Bu yolda Cihan asıl amacın, bir yere varmak değil yolculuğa sürekli yeni şeyler öğrenerek devam etmek olduğunu anlar. Kitaptaki tarihi bilgilerin çoğu gerçeğe uygun. Ancak kurgusal öğeler de var. Kitabı okurken bazen kurgunun çok sığ kaldığını, ince düşünülmemiş olduğunu ya da çooooook işlenen konulardan seçildiğini gördüm. Örneğin daha önce bir çok kurguda Kanuni’nin kızı Mihrimah ile Sinan’ın aşkını okumuştuk. Bu kez Cihan ve Mihrinah’ın imkansız aşkını okuduk. Buna ne gerek vardı ya da bu aşk illa Mihrimah mı olmalıydı demeden edemedim. Kötü kitap diyemem ama bu sürede çok daha kıymetli anlatmak istediği olan kitaplar okunabilir diye düşünüyorum.