Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Bu andan sonra dünya gitgide uzaklaşıyor, uzaklaşıyor, tam yok olmaya yüz tutmuşken Zehra bir ses duymaya başlıyor. Sağ yanağını ısıtan mermerin altından gelen, yumuşak, tekdüze, inlemeyle yakınma arası ama ne dediği anlaşılmayan, boğuk bir ses bu. Elbette boğuk olacak, çünkü çok derinlerden geliyor gibi. Zehra bir süre sonra bu sesin sandığı gibi konuşmadığını, mırıldanmadığını, inlemediğini, ancak daha önce hiç duymadığı garip, gizemli, tuhaf bir ezgiyle şarkı söylediğini anlıyor. Uzun seslerle söylenen, mistik, yakınma dolu, neşeden uzak, içinde ilahi bir şeyler barındıran ama bir yandan da yerde, bilincinin büyük bölümü uykuya dalmış Zehra’nın tüylerini diken diken etmeye yetecek kadar tuhaf bir ezgi bu; sesin sahibi bir erkek. Şarkının hangi dilde söylendiğini anlayamıyor Zehra; Türkçe değil; İngilizceye ya da kulak aşinalığı olan başka bir dile de benzemiyor. Giderek yerin altına, toprağa doğru kayan Zehra o sırada şarkının kesildiğini ve kendisine birinin seslendiğini duyuyor. Duymasına duyuyor ama “Beni duyuyor musun?” sorusuna uzun süre cevap veremiyor. Soru birkaç kez daha tekrarlandıktan sonra Zehra duyduğunu söylüyor ama bunu nasıl dile getirdiğini bilmiyor. Ağzından ses çıkmıyor, kafasının içinde olup bitiyormuş gibi her şey. O sesimsi şey -ses diyeceğiz artık ona, çünkü başka bir dünyevi sözcük yok bunun için- başının ağ­rıyıp ağrımadığını soruyor, Zehra “Galiba” diye cevap veriyor; “sanırım ağrıyor.” O ses gülüyor, “Anladım” diyor, “çünkü bu ağrıyı bilirim.” “Nereden bilirsin?” diye soruyor Zehra. Ses, “Çünkü benim de başım ağrımıştı” diye yanıtlıyor onu. Zehra’nın kafasının içindeki konuşma devam ediyor: “Ne zaman ağrımıştı?” “Darbe aldığım zaman.” “Ne darbesi?” “İsyan sırasında başıma aldığım darbe.” “Cop mu, gaz kapsülü mü, TOMA mı?” “Hayır, Thomas orada değildi, Belisarios vardı.” “Kim?” “Belisarios.” “O da kim?” “Saldırıyı o yönetiyordu.” “Polis şefi mi?” “Hayır, Muhafız Birliği Komutanı zalim Belisarios.” Bu sözler üzerine Zehra duraksıyor. Yerin altında olduğunu öne süren kişiye, Nika isyanından ve oradaki Belisarios’tan mı söz ettiğini soruyor. Evet yanıtını alınca garibine gidiyor ve bu telepatik sohbetin nasıl mümkün olabildiğini soruyor. Hangi dilden konuşuyorlar, o dili hiç bilmiyor, daha önce hiç duymadığı halde, -eğer buna konuşma denilebilirse- konuşuyor, en azından anlıyor, öteki adam da onu anlıyor. “Daha önce duyamazdın zaten” diyor ses. “Çünkü ölülerin dilini konuşuyorsun.” “Böyle ayrı bir dil mi var?” “Evet, ölüler diyarında tek bir dil vardır; insanlar hangi dili konuşursa konuşsun, öldüğü anda hepsini unutur ve ölmüş olan herkesin bildiği dili konuşmaya başlar.” “Bu dili anladığıma göre ben de mi öldüm?” “Henüz değil ama bize hızla yaklaşıyorsun, sesimin sana bazen gelip bazen yitmesi bu yüzden işte. Dünya seni çekiyor, biz de aşağıdan çekiyoruz. Hep böyle olur.” “Dur, dur, bir dakika, aklımı toplayayım, sen neredesin, var olmayan sesin yerin altından geliyor, kendin neredesin?” “İşte dediğin gibi, yerin altındayım, tam senin altındayım. Gerçi çok derindeyim ama yine de yattığın yerin tam altında ben varım, yani bir anlamda üstüme düştün, çünkü buraya gömdüler bizi, o gün otuz bin kişiyi öldürüp hemen oracı­ğa gömdüler. Ben yaralı olarak biraz sürünüp buraya, sarayın duvarına kadar geldim ama ölümden kaçamadım, kimse kaçamaz zaten.”
Sayfa 14 - Zehra’nın üçüncü rüyasıKitabı okudu
··
77 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.