Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

224 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Sputnik Sevgilim
“Sen benim bir parçamsın” Dün sabah 6 sularında bitirdiğim Sputnik Sevgilim, uzun zamandır okuduğum en akıcı ve etkileyici kitaplardan biri oldu benim için. Bir solukta bitirdim. Kitaba kalbimi bıraktığımı baştan belirtip, önce genel sonra spoilerlı bir şekilde kitabı incelemek istiyorum. Murakami’den daha önce Sahilde Kafka, İmkansızın Şarkısı ve Zemberekkuşu’nun Güncesi kitaplarını okumuştum. Sanırım aralarında en kolay okunanı Sputnik Sevgilim’di diyebilirim. Bu kitapta da yine Murakami’nin tarzından alışık olduğumuz gibi edebiyat, sinema ve müzik detayları mevcut diğer kitaplarındaki kadar fazla olmasa da. Örneğin Sumire’nin okuduğu Jack Kerouac “Yolda” ve adı geçen yazar Joseph Conrad’dan “Karanlığın Yüreği”ni okuma listeme ekledim bile. Çok özet havasına girmeden genel olarak konuyu anlatacak olursak, Edebiyat fakültesini yarıda bırakıp yazar olma hayallerini gerçekleştirmeye adım atan genç Sumire’nin ismi belirtilmeyen dostunun ağzından aktarılıyor. Sumire tesadüfen Myu adlı kendinden yaşça büyük bir kadınla karşılaşır ve hayatının kaderi elinde olmayan bir şekilde farklı bir yönde değişir. Artık hayatında ona heyecan veren tek şey Myu’dan ibarettir. Sputnik kelimesi aslında Myu’nun kelimeleri karıştırması sonucu olaya dahil oluyor. Gerçek anlamıyla Sputnik “Yol Arkadaşı” demek, aynı zamanda Rusya tarafından uzaya fırlatılan ilk yapay uydunun adı. “O zaman anladım; biz harika yol arkadaşlarıydık, ancak, sonunda her birimiz kendi rotasında gidecek yalnız bir metal kütlesinden başka bir şey değildik. Uzaktan bakınca kayan yıldızlar kadar güzel görünüyorduk. Gerçekte ise, tek başımıza uzaya hapsolmuş, hiçbir yere gidemeyen tutsaklar gibiydik. Ancak iki uydunun yörüngeleri tesadüfen kesişince bir araya gelebiliyorduk. Hatta birbirimize duygularımızı bile açabilirdik. Sadece bir anlığına. Hemen sonraki an ise mutlak bir tek başınalığa doğru savrulacaktık. Günün birinde yanıp yok oluncaya dek.” Kitapta anlatıcıyla beraber 3 karakter var ve üçünün de ortak noktası “Yalnızlık”. Hoş, anlatıcı ve Sumire arasında güzel bir dostluk oluşuyor fakat anlatıcının ona duyduğu aşk, onun bir tarafını yalnız bırakıyor. “Hatta birbirimize duygularımızı bile açabilirdik. Sadece bir anlığına.” Anlatıcı hislerini Sumire’ye hiçbir zaman açamıyor ve Sumire’de onun hislerini anlayamayacak kadar Myu’ya kaptırmış halde kendini. Kitabın yalnızlık ve sevgiyi anlatış biçimi beni çok duygulandırdı. Benzetmeler, replikler… Defterimde ve kalbimde yer edindi. Dünyada bu kadar çok insanın arasında, birbirimize ihtiyaç duymamıza rağmen yalnız varlıklarız. “İnsanların içinde de yalnızdır insan.” Evet, yalnızız. Belki de gerçekten bütün güzel şeylerin bir sonu vardır. Beraber yürüdüğümüz yollar ölüm bizi ayırmadan önce birbirinden ayrılabilir. İnsanlar nihayetinde tek başlarına hayatta kalmak zorundadır belki… ! Spoiler içeren kısım ! Sputnik Sevgilim bir yok oluş romanı. Aslında kitap boyunca bize ipuçlarıyla bunu pek çok kere sezdiren Murakami, yalnızlığı anlatıyor. Okuduğum birkaç incelemede konunun bütünlüğünün sağlanamadığını ve sonunun alakasız bittiği yorumuna rastladım. Benim düşünceme göre her şey birbirleriyle bağlantılı. Kitabın başlangıcında Sumire’nin yazı yazarak kendini anlayabildiğini okuyoruz. Bu onun kendine “uzaktan” bakma şekli. Bazen yazdıklarına günler sonra bakıyor ve ne demek istediğini kendi bile anlamıyor. Daha sonra hayatına Myu girince yazmayı bıraktığını ve bir yerlerde “Artık kendimi bırakmak ve sadece gökyüzünü izlemek istiyorum geride bıraktığım işleri umursamadan” (Tam olarak alıntıyı hatırlayamadım ama otları biçmekten bahsediyordu) deyişi aşkın kendini ele geçirdiğini ve artık kendine bakıp düşüncelerini analiz edemediğini anlatıyor. Birebir alıntı ile daha iyi anlaşılacaktır, “Ben bu kadına âşık oldum. Bir anda farkına vardı Sumire. Şüphe yok (buz soğuktur, gül kırmızı). Ve bu aşk beni sürükleyip bir yerlere götürmeye çalışıyor; öyle güçlü bir akıntı ki ondan kendimi korumam neredeyse olanaksız. Bana tek bir seçme hakkı bile verilmiş değil çünkü. Sürüklenip götürüldüğüm yer bugüne değin hiç görmediğim özel bir dünya olabilir. Belki de çok tehlikelidir. Orada gizlenmiş olan şeyler beni derinden, öldürücü şekilde yaralayabilir. Şimdi sahip olduğum her şey elimden çıkıp gidebilir. Ama artık dönüş yok. Kendimi bu akıntıya bırakmak dışında bir şey yapamam. Yanıp kül olsam da yok olup gitsem de.” Son cümlede aslında Sumire’nin yok oluşunu önceden sezdirdiğini görüyoruz. Yok oluyor, çünkü Myu tarafından beklediği olumlu dönüşü alamıyor. Bu noktada kitaptaki metafor gibi bir yerlerde köpeğin başını kesmek zorunda kalıyor. Cinsellik konusunun Murakami’nin romanlarında nasıl işlendiğini bildiğim için bu sefer hiç yadırgamadım. Çünkü anladığım kadarıyla onların kültürleri ve olaya bakış şekilleri çok farklı. Kitaptaki karakterlerin ifadelerine bakarak bunu kolaylıkla anlıyoruz. Salt anlatılmak istenene odaklandım. Her şey Sumire’nin esrarengiz kayboluşuna dek sakin ilerliyordu. Myu’nun hikayesini öğrendiğimizden itibaren aslında asıl bomba patlıyor. Myu’nun lunaparkta bir gecede tüm saçlarının beyazladığını hatırlarsınız. Her ne kadar paralel evren görüntüsü verilse de tamamen benim yorumuma göre, aslında tek bir Myu var. Yalnızca tek yarısını, hayat neşesini o gece sonsuza dek kaybediyor. Endişe duyduğu Ferdinand tarafından tecavüze uğradığıydı ilk aklıma gelen. Tabii burada kitapta gerçekten onun lunaparkta yaralı bir şekilde bulunması betimlendiği için bu düşünce biraz muallak bir duruma giriyor. Myu olayı anlatırken şu cümleyi kuruyor: “Hiç zayıfların gözünden dünyayı anlamayı çalışmadım.” “Hep şanslı bir insan oldum ve zayıf insanların hayattaki başarısızlıklarını kendi tembelliklerine yordum.” O gün o lunaparkta kendine “Dışarıdan” bakarak o olayın üzüntüsünü ve travmasını (belki de pişmanlığıdır kim bilir?) bu şekilde kendinden geçmiş olarak hatırlıyor. Son olarak anlatıcımıza dönüyor hikâye ve onun öğrencilerinin anneleriyle yaşadığı yasak ilişkiyi görüyoruz. Güvenlik görevlisi tarafından çağırılıyor ve öğrencisinin (Tam olarak annesiyle ilişkisinin olduğu öğrencisi) hırsızlık olayına tanık oluyor. Burada anlatıcı çocukların bazen davranışlarıyla aslında bir “mesaj” verdiğini açıklıyor güvenlik görevlisine. Sonrasında çocuğun annesiyle olan ilişkisini bitiriyor ve çocukla yalnız sohbet ederek ona içini açıyor. Burada benim çıkarımım çocuğun durumu fark ettiği ve anlatıcının aslında sevdiği birini kaybetmesini ona anlatarak bir nevi üstü kapalı bir şekilde üzgünlüğünü çocuğa belirttiği… Üstelik bu çocuk, anlatıcının kendine “dışarıdan” bakabilmesi için bir yol oluyor.
Sputnik Sevgilim
Sputnik SevgilimHaruki Murakami · Doğan Kitap · 20165,7bin okunma
·
186 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.