Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

“Anlamana yardımcı olması maksadıyla hikâyeme gençlik senelerimden başlamak istiyorum. Senin de bildiğim gibi Tus şehrinde doğdum, babamın adı da Ali’ydi. Bağdat ve Sünni inancın muhalifi olan babam sayesinde evde sık sık dini tartışmalar yaşanırdı. Bu peygamber ve vârisleriyle ilgili yaşanan tartışmalar bana çok çekici gelir, büyük bir ilgiyle konuşulanları dinlerdim. Tüm Müslüman mücahitler arasında en çok bağlılık hissettiğim kişi de Ali’ydi. Gerek onun gerekse takipçilerinin hayatları gizem doluydu. Ama bilhassa Allah’ın onun soyundan göndereceği Mehdi adlı son ve en büyük peygamberle ilgili anlatılanlar en çok ilgimi çeken şeydi. Babama, akrabalarımıza Mehdi’nin geldiğini anlamamızı sağlayacak işaretlerin neler olduğunu, onu nasıl tanıyabileceğimizi filan sormaya başlamıştım. Ama hiçbiri bana tatmin edici bir cevap veremiyordu. Hayal gücüm tetiklenmişti bir kere. Bazen şu ya da bu dainin ya da karşılaştığım bir müminin, akranımın beklenen Mehdi olabileceği zannına kapılıyordum. Hatta tek başıma kalıp düşüncelere daldığım akşamlarda belki de o beklenen kurtarıcı ben bile olabilirim diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Bu öğreti hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için yanıp tutuşuyordum. “Sonra Amireh Zarab adlı önemli bir dainin kasabamıza geldiğini duydum. Onun Mehdi’nin gelişi hakkında bir hayli malumat sahibi olduğu söyleniyordu.Onunla ilgili sağda solda sorular sorup dururken Şii inancından pek de haz etmeyen büyük yeğenlerimden biri dainin İsmaili mezhebinin bir üyesi olduğundan bahsetti. Bu mezhebin sofistlerle tanrıtanımaz serbest düşüncelilerden meydana geldiğini ekledi. Merakım daha da katlanmıştı. Daha yirmi yaşında bile değildim. Onu bulup derhal sorularımı yağdırmaya başladım. Onun ağzından İsmaili inancının gerçekten yalnızca serbest düşünceyi yaymaya çalışan bir hareket olup olmadığını öğrenmek niyetindeydim. Çünkü bu doğruysa o zaman Mehdi’nin geleceğine dair anlatılanlara ne gerek vardı? Amireh Zarab beni küçümseyerek cevap olarak İsmaili inancının temel düşüncelerini anlatmaya koyuldu. Ali’nin peygamberin yegâne meşru vârisi olduğunu, İsmail’in oğlu Muhammed’in Ali’den sonra gelen sekizinci peygamber olacağını ve Mehdi olarak adlandırılacağını anlattı. Sonra diğer Şii mezhepleri eleştirmeye başlayarak Ali’nin soyundan gelmeyen on ikinci imamın müminlere Mehdi olarak zuhur edeceğine inananlara hakaretler yağdırmaya koyuldu. Kişiler etrafında kopan bu fırtınalar bana basit ve acınacak derecede önemsiz konular olarak geliyordu. Tüm bu anlatılanlarda en ufak bir gizem bile yoktu. Eve mutsuz bir şekilde döndüm. O andan itibaren de bu tür konulara girmemeye, tıpkı akranlarım gibi daha basit uğraşlarla ilgilenmeye karar vermiştim. Eğer yaklaşık bir sene kadar sonra Ebu Nedim Zarac adlı başka bir İsmaili dervişi kasabamıza gelmemiş olsa büyük bir ihtimalle de bu düşüncemi ebediyete kadar uygulayacaktım. Bir önceki din âliminin beni yeterince aydınlatamadığına olan kızgınlığımı koruyarak onu ziyarete gittim. Öğretisiyle alay edip söylediği her şeyin en az Sünnilerin söyledikleri kadar saçma olduğunu ileri sürdüm. Ona ne onun ne de diğer din adamlarının Mehdi’nin gelişiyle ilgili aslında en ufak bir şey bile bilmediklerini sadece zavallı, samimi inanç sahiplerini kandırmak için bir şeyler anlatıp durduklarını söyledim. “Tüm bu hakaretleri yağdırırken aslında bir yandan da ayağa fırlayıp kolumu tuttuğu gibi beni kapının önüne koymasını bekliyordum. Ama derviş beni sonuna dek sabırla dinledi. Bu sırada dudaklarının ucunda anlattıklarımdan hoşnut oluyormuşçasına küçücük bir gülümseyiş belirmişti. Sonunda sözlerimi bitirince, ‘İmtihanı başarıyla geçtin, genç dostum, ’ dedi. ‘Günün birinde çok kudretli bir dai olacağın kanaatindeyim. Şu an bile sana gerçek İsmaili öğretisini açıklayabileceğim mertebedesin. Ancak bana az sonra anlatacaklarımı mezhebimize girinceye dek kimseye anlatmayacağına söz vermelisin.’ Söyledikleri müthiş heyecanlanmama neden olmuştu. Demek haklıydım gerçekten de sır diye bir şey vardı. Sesim titreyerek söz verdim. O da bana anlatmaya başladı. Ali ve Mehdi hakkında anlatılanlar Bağdat’tan nefret edip peygamberin damadına saygı duyan müminler için uydurulmuş hikâyelerdir aslında. Ancak anlayabilecek kapasitede olanlara Halife El-Hekim’in de izah ettiği biçimde gerçekleri izah ediyoruz. Yani Kuran’ın bulanık zihinlerin bir ürünü olduğunu anlatıyoruz. Hakikat bilinemez. Bu yüzden de hiçbir şeye inanmıyoruz. Dolayısıyla da yapabileceklerimizin sınırı yok.’ Serseme dönmüştüm. Peygamber sadece kafası karışık bir insan mıydı? Ona inanan damadı Ali de aptalın teki miydi? Gelecek Mehdi’yle ilgili anlatılanlar, o büyük kurtarıcıyla ilgili gizem dolu hikâyeler toplulukları kandırmak için uydurulmuş birer masal mıydılar? Ona bağırmaya başladım. ‘İnsanları kandırmanın manası ne?’ Bana dik dik bakarak, ‘Türklerin kölesi olduğumuzun farkında değil misin?’ dedi. ‘Bağdat da onların tarafını tutuyor. Halk ne yapacağını şaşırmış halde. Hepsi için Ali adının kutsallığı var. Biz de o adı onları sultana ve halifeye karşı birleştirmek için kullandık.’ Dilim tutulmuştu. Aklımı kaçırmıştım. Eve koşup kendimi yatağa atarak ağlamaya başladım. Hayatımda bir daha o hale gelmedim. Ama o an hayal dünyamın paramparça olduğunu hissediyordum. Hastalandım. Kırk gün kırk gece ölüp ölüp dirildim. Sonunda ateşim düştü. Takatim yerine geldi. Ama artık yepyeni bir hayata uyanan bir insandım.”
·
43 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.