Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

makale notları-4
Gelenek, bir toplumdaki fertlerin belli bir takım davranışlarının uzun süre icra edilmesiyle fertlerin zihinlerinde oluşan bu davranışların öğretisel yapı kazanması neticesinde topluma atfedilen örf, adet ve alışkanlıkların bütünlüğüdür. 1. Davranışlardaki bütünlük; 2. Davranışlarda zaman içerisinde (nesilden nesile) aktarılan süreklilik; 3. Süreklilik için yeterli zaman; bunu süreç olarak da ifade edebiliriz; 4. Öğretisel bir yapı oluşturan fertlerin zihnindeki ilgili davranışa yönelik bilgi birikimi; 5. Toplum. Bu beş özellik iyice tahlil edilirse geleneğin bunlara dayanılarak tanımlanacağı anlaşılabilir. Bu durumda bilim geleneğini şöyle tanımlamak mümkündür: Bir medeniyette belli bilim adamları topluluğu (ulema') tarafından icra edilen davranışlarının nesiller boyu devam etmesi ile bilim adamlarının zihniyetinde oluşan öğretisel yapının o topluma atfedilen örf, adet ve alışkanlıklarının bütünlüğüne "bilim geleneği" denir. Durağan bilim geleneği eski canlılığını yitirmiş olan ve aslında ölü bilim geleneği özelliklerini sergileyen ancak asli özellikleri hala tarih önünde bekleyen bir bilim geleneğidir; İslam bilim geleneği gibi. Ancak durağan bilim geleneği asli unsurlarını yitirmemiş olduğundan bu bilim geleneğinin mensupları kullandıkları yabancı bilim geleneğini etkin bir dille eleştirebilmektedirler. Günümüzde Müslüman bilim adamlarının durumu bundan ibarettir. Yitirilen en önemli unsur dildir. İnsan bilgi sistemi adeti üzere böyle çalışır; yani önce bir konu edinir, sonra biraz uğraştıktan sonra ön kabullerinin yanlış olduğunu görünce konuyu nasıl inceleyeceğini seçer. Böylece ilk edindiği bilgilerden emin olmazsa bunları doğru olması muhtemel bilgiler olarak veya doğru olduklarını kabul edip yanlış olma ihtimallerini kabullenerek yoluna devam eder. Bu durumda "nazariye" de bütün bilim geleneklerine ait külli bir özellik olmalıdır. Böylece konu, yöntem ve nazariye etrafında şekillenen bilimsel bilgide (ve tabii ki, günlük ve fikri bilgilerde de tecrübe ile) nihayet artık doğruluğu ispatlanmış ve kesinleşmiş olan bilgiler birikmeye başlar. Bu durumda bilim geleneklerinde bilimsel faaliyetler neticesinde ortaya çıkan bilim geleneğini beş külli özelliği bulunmaktadır: konu, nazariye, yöntem, bilgi birikimi ve adlandırma. Bu her gelenekte aynıdır ancak ifade ediliş şekilleri farklı olabilir. Bunu açıklayabilmek için epistemolojiyi bilimsel faaliyetlere uygulamamız gerekecektir ki bu da bilim epistemolojisidir. Bunu açıklarken bir temsil kullanacağız. Bu da çok güzel bir manzarayı tuvaline aktarmaya çalışırken ressamın tasvirine esas aldığı çerçeveleri ortaya koymakla olacaktır. Şimdi bir ressam manzarayı tasvir ederken kendisi için üç çerçeve belirler ve buna göre manzarayı tasvir etmeye başlar. Birincisi manzarayı en güzel gösteren bir duruş noktası, buna "bakış açısı" diyebiliriz. İkincisi, manzaranın sınırlarını çizerek tuvaline sığdırmaya çalıştığı bir çerçeve; üçüncüsü ise, manzaranın bu çerçeve içerisinde kalan kısmını tuvalinde tasvir ederken zihninde bulunan sanat anlayışı, renk ve ışık gibi algıların tamamı ki buna da ressamın sanat görüşünü belirlediği için "görüş" diyebiliriz. İşte ressam, oluşturduğu bu üç tutumla tasvirini tuvaline aktaracak donanımları elde etmiş olacaktır: 1. bakış açısı; 2. çerçeve, 3. görüş. Verdiğimiz ressam ve manzara tasviri ile irtibatlı olarak zihinsel çerçeveleri belirlememiz kolaydır. Bilim epistemolojisi de bu çerçevelerin tahlilinden ibarettir. İslam bilim geleneğinin bu özelliği diğer hiçbir bilim geleneğinde yoktur. Zira bu bakış açısından hareket eden Müslüman bilim adamları bilimsel düzeyin en üst düşünme biçimi olan akılcı (rationalist) düşünme biçimini aşmakta ve kalp-ruh ile düşünme düzeyine ulaşmaktadır. Böylece bir Müslüman bilim adamı bilimsel faaliyetlerde keşfettiği hakikatlerin Allah'ın isimlerine dayandığını da görebilir. Halbuki akla dayanan bilimsel yöntemler bunu göstermekte acizdir. Bilimlerde elde edilen bilginin nuru olmadığından aydınlanmaya muhtaçtır ve aydınlanması vahiy olan Kur'an ve sünnete istinad etmesi ile mümkündür. Bir bilim adamının bunları görebilmesi için akıl düzeyinden kalp ve ruh düzeyine çıkması gerekir; bu ise sadece İslam bilim geleneğinde olan bir özelliktir. Bu anlayıştan hareket eden bir alim ister istemez bazı bilgilerin diğerlerinden üstün olduğu fikrine ulaşmaktadır. Buna göre İslam bilgi geleneğinde beş bilgi türünü üst düzeyden aşağıya doğru saymamız mümkündür: 1. Vahiyle gelen bilgi en üst düzeydedir ve bunu Kur'an temsil etmektedir; 2. Vahiy bilgisine takip eden ikinci mertebe vahiyden elde edilen bilgidir. Bu bilgi hadiste belirtildiği gibi peygambere varis olan ulema'ya bahşedilmektedir; 3. Bilimsel bilgi; 4. Aydınların yukarıdaki bilgileri rehber edinerek elde ettikleri bilgi; 5. Umumi bilgiler; bu da kendi içinde sınıflandırılabilir ancak bu konumuzun dışında kalan bir husus olduğundan ayrıntılarına girmeyeceğiz. Bu şekilde İslam'ın henüz üçüncü asrında teşekkül eden İslam bilim geleneği aynı zamanda bir bilim zihniyeti oluşturmuştur. Burada özellikle vurgulamamız gereken husus İslam bilim anlayışının diğer medeniyetlerdeki bilim anlayışından bazı farklılıklar gösterebileceğidir. Bir defa İslam bilimcileri, sadece bilim adına bilimselliği savunmuyorlardı. Peygamberimizin "Ya Rabbi! Faydasız ilimden sana sığınırım" şeklindeki duası, bilim adına bilimselliği reddetmekteydi. İşte İslam'ın bilimsel zihniyeti burada yatmaktadır. Diğer taraftan, İslam bilim adamları, Kur'an'ın aşıladığı "(hakiki) ilim, Allah katındadır" (46/Ahkaf, 23 ; 67/Mülk, 26) ilkesini gayet iyi anladıkları için, her bilimin Allah'ın bir ismine dayandığını ve bu yüzden İslam medeniyetinde bilimler ilerledikçe Allah'a ve dolayısıyla, İslam'a olan inançları gittikçe güçlenmiştir. Bu iki özelliği de mesela bir Batı biliminde görmemekteyiz. Mesela İslam bilim tarihinde pozitivizm diye bir bilimsel zihniyet görmemekteyiz. Diğer taraftan hem Batı hem de İslam medeniyetinde evrim nazariyesini savunan bilim adamları olmasına rağmen Batı bilim geleneğinde evrimcilik, ateizmin baş savunucusu durumuna geldiği halde İslam medeniyetinde bunu değişik açılardan savunan Cahız ve Molla Sadra gibi düşünürler evrimi Allah'ın bir "ayeti" olarak görüyorlardı. Çünkü Kur'an kaynaklı olan dünyagörüşleri bu şekilde zihinlerinde kurulmuştu. Bu yüzdendir ki bizim ilim geleneğimizde "ilmiyle amil olan alim" tanımlaması getirilmiştir. Yani elde ettiği bilgiyi önce bilim adamı kendi nefsini ıslah için kullanmalıdır. Nesnel olmak demek, insanın kendi bakış açısını terk etmesi demek değildir. Aksine bilgi felsefesinden biliyoruz ki bir insanın kendi bakış açısını terk etmesi kesinlikle mümkün değildir. O halde nesnel olmak demek samimi ve ihlaslı yani iyi niyetli olmak demektir. İyi niyet bilimsellik ilkesi olarak, bilim adamının samimi olarak ve iyi niyetle bilinmeyenin peşinde olması ve hakikati bulmaya çalışması demektir. İşte bilimsel nesnellik de budur. Bizim kültürümüzde ise alimler de peygamberlerin varisleri olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan ilmin mertebeleri de vardır ve bunların bilinmesi gerekir.
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.