Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Medeniyet yedi bin yıldır hep şunu öğretmişti: İnsanın ve toplumun alınyazısını insanüstü güçler yönetir... Ardarda gelen İngiliz, Fransız ve daha sonraki kapitalist devrimler bu kanıyı iskambil kağıdından şatolar gibi yıktı. Bu sonuç, burjuva bilimi ve toplumu için önce büyük bir zafer oldu. Burjuva düşünürlerinin dedikleri çıkmıştı. Ne var ki, toplumu insan gücünün değiştirebildiği kanısı, iki yüzü de keskin, tehlikeli bir kılıçtı. Madem ki insanların alınyazısını insanlar çiziyordu, madem ki toplumda bulunan insanların çoğunluğu fakir fukara, yani işçi, köylü ve esnaftılar, Büyük Fransız Devrimi gibi kapitalist altüstlüklerin ardından, neden yalnız burjuva kodamanları yararlanmışlardı? "İnsan hakkı" varsa ve gerçekse, herkes insandı. Özgürlük, adalet, eşitlik, kardeşlik denilmişti. Güzel. Burjuva devriminden sonra iktidara geçen kapitalistler vurgun özgürlüğüne kavuşmuşlardı. Kapitalist sömürünün özgürlüğü, insanlar arasındâ eşitlik ve kardeşliği bozuyor, sıfıra indiriyordu, adaletse parası olanları haklı çıkarıyordu. İnsanlar, hele büyük şehirlere yığılan ve doğrudan doğruya kapitalistlerin zılgıdını tadan işçi sınıfı, adanmış eşitliği lâfta bırakmamak istiyordu. Eşitlik ve kardeşliğin toplum ölçüsünde uygulanmasına sosyalizm denildi. Sosyalizm önce tüketim ölçüsünde düzenlemelerle yetindi. Bu düzenlemelere ütopya, ikari, falanster vb. adlar takıldı. Ütopyacı sosyalizm akımları halkı hayalkırıklığına uğratmakta gecikmediler. Sosyal ölçüde üreticilerin sömürülmeden çalışmalarını ve çıkarlarını planlayacak bir "üretim" düzeni ele alınmadıkça, lâfta kalıyordu. 19. yüzyıl ortasında bilimsel sosyalizm doğdu. Tarihsel maddecilik bütün insan ve toplum konularını gündüz aydınlığına çıkardı. Öteden beri insanüstü güçlere bağlanan toplum sorunları, toplum içindeki zıt ve bilinçsizce sınıf çelişme ve çatışmaları yüzünden, insanüstüymüş gibi görünüyordu. Toplum, biri güneye, diğeri batıya çeken iki at gibi ayrı yönlere doğru asılan sosyal sınıfların çektiği arabaya dönmüştü. Ne güneye ne de batıya gidiyordu. Yani herkesin değil, bir tek kişinin bile istediği yönde yol alınamıyordu. Toplum, ayrı ayrı üst sınıfların da alt sınıfların da beklediği yönden bambaşka yönlere sürükleniyordu. Bu durum her sınıftan insanın kafasında şöyle bir kanı yaratıyordu: "Kimsenin dediği olmuyor, öyleyse toplum bilinmez, insanüstü güçlerle yönetiliyor." Sınıfların ilişkileri açıkça anlaşılır anlaşılmaz, toplumun neden çekilen yere doğru gitmediği aydınlandı. Ona göre bilinçli olarak düşünülür ve davranılırsa, toplum insanların sürükleyecekleri yere gitmemezlik edemezdi. Yeter ki, toplum arabasının teknik denilen tekerleği ve ekonomi denilen dingil ve dizginleri istenilen yolculuğa uygun bulunsun. Bütün tarih boyunca olup bitenler de, şimdiki kapitalist toplumda geçirilen değişiklikler de, sınıf pusulalı sosyal görüşle aydınlanıyordu: Bu açıdan, ne tarihte, ne toplumda hemen hemen hiçbir sır kalmamıştı. İnsanüstü güçler yoktu. İnsanın gözünü açması, toplumdaki ekonomi temellerini bilinçle ele alması, insanlığın alınyazısını değiştirmek için yeterdi. Varlık gibi toplumda bile her şey değişirdi. Kapitalizm de hep var olmayacak, değişecek gidecekti... Sonuç bu noktaya varıp dayanınca, kapitalist sınıf yaptığına pişman oldu. Sosyalizme ve halk direnişlerine karşı zor kullanmaya çoktan başlamıştı. Halk dışında müttefikler bulmuştu. Bir zaman atıp tuttuğu dünya derebeylerini büyük arazi sahibi yaparak toprak ve emlâk rantlarıyla besliyordu. Din derebeyi papazları, kara halk yığınları içinde yiyip yatarak din propagandası yapmaya kışkırtıyordu. Bu hazır yiyicilere ödediği sosyal haraçlar kapitalist kârı azaltmakla kalmıyor, toplumu da geri bırakıyor, gericiliğe çanak açıyordu. Ne yazık ki, burjuvazi vaktiyle tükürdüğünü şimdi yalamaya katlanmazsa, kapitalizmin maddece ve anlamca tutunamayacağını kavramıştı. Ne var ki kaba kuvvet yetmezdi. Alt sınıflar "kafadan gayrı müsellah" (düşünce bakımından silahsızlandırılmış) olmalıydı. Köylü, nasıl olsa ortaçağdan daha gerilerde bir üretim ve toplum yaşantısı batağına batmıştı. Dünya görüşü açısından kiliseyle derebeyi, din ve dünya ağalığı köylünün iflahını kesebilirdi. Fakat, şehirlere yığılı fabrika işçilerinin kulağına bir sosyalizm suyu kaçmıştı. Sosyalizm bilim ve bilinçti. Bilime ve bilince karşı zorbalık gibi afsun tafsun, papaz nefesi pek sökmeyebilirdi. Düşünce alanında bir şeyler yapılmalıydı ki, kapitalizm rahat etsin. İşçi sınıfı sosyalizm mi diyor? Bütün burjuva bilim adamlarına gizli, açık sıkıca ısmarlandı: Sosyalizmin tekerine odun sokacak bir düşünce akımı uydurmalıydılar. Parlak aydınlar sosyalizmin bir davranış olduğunu, yalnız başına davranışın bir "bilim" olamayacağını söyleyerek, sosyalbilim anlamına gelen sosyoloji sözcüğünü icat ettiler. Bilimsel sosyalizm, işçi sınıfını tuttu. Sosyoloji burjuvaziyi arkaladı. Onun için, iki düşünce atanı birbirine karşıt amaçlara yöneldi. Sosyalizmle sosyoloji sözlük anlamıyla birbirlerinden pek az farklı olmalarına karşın, birbirlerine düşman kesildiler. Sosyoloji burjuva bilimi olarak kaldı. İşçi sınıfının sosyolojisine tarihsel maddecilik adının verilmesi gerekti. Onun için, tarihsel maddeciliği gelişigüzel sosyolojiler içinde bir sosyoloji okulu sayıp geçivermek yanlıştır. İşçi sınıfı sosyolojisinin, tarihsel maddecilik adıyla, bütün diğer sosyoloji okullarına karşı kesin sınırlı bir bilim cephesi ve ayrı bir dünya olduğu kavranılmalıdır. Yoksa burjuvazinin istediği bilim kargaşalığına kapı açılır ve beyinler çorbaya çevrilir."
··
54 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.