İnsan, hayatı kendinden ibaret sanmayacak...Yazma konusundaki özrümü görmüyorum , bağlanmak , bağlılık gibi bir şey işte burada yazmaya zorluyor beni. Yazıyorum. Hayat istemesem de oynuyor benimle. Bazen kendimi bir sahnede figüran gibi görüyorum, dekor hazır, ''perde'' deniliyor ve doğaçlama başlıyor. Kurgu yok, hazırlık yok , ne zaman ne olacağı belli değil, oynuyorum
İyi oyuncu muyum? Bilemiyorum.
Kendimle aram da açık bu sıralar. Ne zaman kendimin bana kırgın olduğunu hissetsem, alıyorum elime herhangi bir şaire ait bir şiir kitabı ya da Ayfer Tunç eseri..
Kendimi uğurladığım değil , kavuştuğum bir gün istemeliyim diyorum. Bir gün dünde kalan ve yarın varsa olmasını istediğim ne varsa . Bugün , günlerden o gün olsun istiyorum.
Sözün özü, merhaba ile elveda arasında bir tasa taşıyormuşum gibi hissediyorum .
İyi oyuncu muyum? Bilemiyorum demiştim evet bilemiyorum. Çok fazla , birdenbire samimi olduğum bu hayat ona sunduğum samimiyet ile alay edercesine hayatın manasını anlamak sana mı kaldı, yaşa öğren, yavaş yavaş tokadını çarpıyor.
Okudukça, yediğim tokatları hatırlayıp , her bir öykü ile sızlamaya başlayan yüreğimi dinliyorum.
7 katlı Ayyıldız Apartmanının yerle bir olmak istediği anlarındaki, kendisiyle beraber gitmesini istemediği tercihlerinin ölmeyi dilediğim zamanlardaki bir türlü atamadığım ama beraber götürmek istemediğimdeki benzerliği,
Ses Tutsağı’nda seslenmeye bir türlü cesaret edemeyip de ‘’benim, duyun beni , ölüyorum ‘’ haykırışlarının duyulmasını istenilen seslerimi duyan kimsemin olmadığı ama herkesi duyduğum sessizliğimin çok sesliliği,
Cinnet Bahçesi’nin ‘’ İçi ölmüş bir insan, bir insanı nasıl öldürebilir?’’ cümlesinin bile evet içi ölmüş bir insan , bir insanı , çok cesur, hayat dolu bir insandan çok çok daha rahat öldürebilir inanmışlığımı,
Gençlik Sabah Çiyidir’in tamam işte tüm dertlerin bitiyor, hayat yeniden nefes üfledi ruhuna, canlandın, umudumun hayal kırıklığına dönüştüğü , istediğim sonla neticelenmemiş olmasının mutsuzluğu,
Küçük Kuyu’nun tanımadığım birine içimi açarken , tanıdıklarımdan rahat davranıyor olmamın yabancının hep yabancı kalacak olma ihtimali mi yoksa artık yabancı kalmamasını isteyişimin mi belirsizliği,
Siz ve Şakalarınız’ın ilk baharını hiç görmeden kış yaşanmış bir hayatta ikinci bahar mutluluğunun ilk bahar sevinci, umudu, hatıraları anlatılırken kayıp sonrası tamamen özgürleşen , sınır, yasak dinlemeyen, ağrıların acıya döndüğü sızıları,
Alafranga İhtiyar’ın Hüseyin’den Ulvi’ye geçişin hakikatten yaşanmışlıkların sonucu hak edildiğine duyduğum saygının tereddütsüzlüğü,
Ara Renkler Grubu’nun ‘’ Çok mu konuşuyorum? Başınızı ağrıtmıyorum inşallah. İsterseniz susayım da, uyuyun biraz. Ben alıştım bu yollara. Konuşurken bile uyuyabiliyorum. İşim konuşmak ya, ondan herhalde. Sustuğum zaman bile konuşuyorum. Bu nasıl oluyor bilmiyorum.’’ Samimiyeti…
İşte anlıyorum ki, birkaç öyküde bile; Gizli gizli sığınaklar aradığını fark ettiğinde ya da artık ağlayamadığında , büyüyor insan.
Hayata umutla sarılıp , eskisi kadar masum bakamadığında, korkuları arttığında , beklediği yarınlara kavuşamadığında büyüyor. Yalnızlığı arttıkça, sesi kısıldıkça, sessizliğini haykıramadıkça. Boğazında bir düğüm varsa, geçmiş günlere ait ve fark etse de her özleminde düğümler iyice körleşiyor yine de diyemiyor kendine büyüdüm diye .
Ahlarımız , vahlarımız, gidenlerimiz, kalanlarımız sonrası birilerinin arkasından konuşmadan, çelme takmadan, düşmüş birisini tekmelemeden, uzanan eli görmezden gelmeden, kusur yaymadan, gerçeklerini bilmediğimiz insanları küçük düşürmeye çalışmadan geçireceğimiz bir ömürde;
Hayat çok kısa.
Sevdiklerimizden gelen her ne varsa, her şey, hepsi.
Hepsi başımız gözümüz üstüne rahatlığı ve hepsi kalbimize ferahlık verecek huzuruyla olsun.
Keyifli okumalar efendim..