Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

574 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
16 günde okudu
Her Şeyin* Sonuna Yolculuk
Evet, bu kitap sadece “gece”nin değil, hayata dair birçok şeyin “sonuna, dibine” yolculuğu kapsar nitelikle bir roman. Céline’nin bu başyapıtı bana edebiyata dair birçok şeyi yeniden sorgulattı: Neden bu kitap en çok satanlar listesinde değil? Neden her alanda belirli bir mafyatik kalıplaşma var ve biz bunları çok zor aşabiliyoruz? Bu kitabın adını neden bu kadar geç duydum ve okunması daha yüksek değil? Yazar intihar etmiş veya öldürülmüş olsaydı, vasiyetinde “bu kitaplarımı yakın” dediği halde yakılmamış olsalardı, daha fazla kitabı daha niteliği düşük şekilde yazmış olsaydı… Evet, işte o zaman biz de adını çoktan duymuş olurduk. Bu kitap bana uzun zamandır kitapların katamadığı bir şey daha kattı: Ana kahraman resmen bendim. Ne eksik, ne fazla. Bu elbette yazarın başarısından öte tesadüfi de bir durum; ama okudukça hem cümlelerin yapısı, bilinç akışının başarılı kullanımı, bilinç akarken ana kahramanın anlattıkları beni bir miktar da üzdü. “Keşke bu romanı ben yazmış olsaydım” hissine kapıldım. Yine de bu kadar net konuşmamak gerek; zira bu romanın ana kahramanı Ferdinand Bardemu, aslında yazar Louis-Ferdinand Céline’in hayatından yola çıkarak oluşturulmuş bir karakter, yani kısmen otobiyografik bir roman denebilir. Yazarın oldukça ilginç bir hayatı var, tıpkı Ferdinand Céline gibi: Askeriyeye gönüllü yazıldığı esnada 1.Dünya Savaşı patlak verir. O zamanlar savaşın anlamsızlığını, insanların gelip geçici ömürlerinde ne kadar vahşileşip kalp kırabileceği, hatta insan öldürebileceğini sorgular. Bir şekilde buradan kendini kurtarır, doktorluk eğitimi alıp dünyanın çeşitli yerlerine gider ve kötü şartlarda çalışmak durumunda kalır. Daha sonra ülkesi olan Fransa’ya geri döner, doktorluğa devam ettikten sonra yazarlığa başlar. Bu hikaye, “yazarlığa başlama” kısmı hariç hem roman kahramanı olan Ferdinand’ın, hem de romanı yazan Ferdinand’ın hikayesidir, ne eksik, ne fazla. Kitabın anlatılacak net bir konusu yok aslında, oradan buraya savrulan bir adamı görüyoruz. Açılış doğrudan savaşın içinde başlıyor, öncesine dair bilgimiz yok. Demin de söylediğim gibi, kahramanımızın ismi Ferdinand Bardamu (soy isimde bir kelime oyunu var, ona da değineceğim). 520 sayfa boyunca aradığı şey “insanlık”tan başka bir şey değil; fakat aslında o da gittiği yerlerde neyi aradığını bilemiyor. İnsanlığı eleştirirken kendisinin ortaya koyduğu “doğru bir insan” tipi yok. Ona göre insanlık başlı başına bir sıkıntı ve nereye gidilirse gidilsin bu sıkıntılı varlık olan “insan” dünyaya kötülük saçıyor. Bu arayışında Bardamu savaşın kötülüklerinden kaçıp doktorluktan mezun oluyor ve farklı ümitlerle Afrika’ya, çok çok kötü şartlar altındaki bir gemi aracılığıyla gidiyor. Afrika sonrasında Amerika’ya, sonrasında İngiltere’ye ve tekrar ülkesi olan Fransa’ya giden bu yolculukta rüzgar estikçe oradan oraya savrulan bir poşetten farksız görüyoruz kendisini. Fransa’daki yıllarında sürekli kendisini bırakmayan bir de “Robinson”ımız var ki, ana kahramanımız Bardamu’nun bütün nefretinin özeti niteliğinde bir adam kendisi. Bardamu, Robinson’ı sıkı sıkıya eleştiriyor, içten içte gerçekten sevmiyor olsa da yine de Robinson’ın yardım isteklerini mümkün mertebe geri çevirmemeye çalışıyor. Dediğim gibi, bu durum aslında Ferdinand Bardamu’nun insanlığa bakış açısının özetidir, “onları eleştirsek de, onlara sövsek de, yine de onlarsız olmuyor.” Bu kitabı konusundan daha da ilginç ve etkileyici kılan unsur, yazarın kullandığı anlatım teknikleridir. Bilinç akışı tekniğinin en güzel örneklerinden birini veriyor bize Céline. Ana kahraman düşündüğünü hiç filtrelemeden, doğrudan aktarıyor. Bu durum okurun kahramanla özdeşleşmesi için çok iyi bana kalırsa. Modernist dönemde kırılmaya başlayan “sanat, güzeli anlatmalıdır” olgusunu bu romanda çok belirgin şekilde görebiliyoruz. Emile Zola’nın başını çektiği natüralizm akımın etkisini realist bir anlatımla görebiliyoruz: İnsan özünde bu kadar kötüyken, bu kadar savaş varken sanat nasıl iyiyi ve güzeli anlatabilir? Bilinç akışı içinde küfürler, hakaretler var fakat bunun düzeyi ve kullanıldığı yerler o kadar doğru ki, anlatıma ekstra bir gerçekçilik katıyor. Bana bu küfür kullanımı oldukça çarpıcı geldi, ne eksik ne de fazlaydı. Bilincin aktığı yerlerde o heyecanı hissediyorken anlatıma eşlik eden küfürler coşkuyu çok arttırmış, bu da bilinç akışının durağanlıktan kurtulmasını sağlamış. Kitabın isminde “Yolculuk” kelimesi var, kitabın ana kahramanı da sürekli, nereye gittiğini bilmediği bir yolculukta ve romanın sonuna kadar da bu yolculuklar sürmektedir. Aslında hayatın da bir yolculuk olduğunu düşünürsek, esas kastedilen yolun hayat olduğunu düşünmek zor değil. Bu hususta dikkatimi çeken bir şey, bilinç akışında neredeyse hiç geriye dönüşlerin yapılmaması oldu. 1-2 yer hariç anılara, geri dönüşlere pek yer verilmemiş. Bardamu, o kadar oradan buraya yuvarlanan bir adam ki, bu tür geri dönüşlere pek mecali yok. Bence bilinç akışında önemli bir faktördür bu anılara geriye dönüşler (Proust’u analım), yine de bu konseptte kullanılmaması bana kötü anlamda batmadı. Yazarın bilinç akışı tekniği ve söz kullanımları dışında söz oyunları yaptığına da değinmeliyim. Neredeyse çoğu karakterin göndermeli, eleştirel, oyunlu isimleri var. Mesela Ferdinand Bardamu’nun “Bardamu”sunu çevirmen Yiğit Bener, dipnotta şöyle açıklıyor: “barda: askeri teçhizat, mu: mouvoir fiilinden, hareket etmek, kımıldamak. “Kımıldasker” gibi). Bunun gibi söz oyunlarını başka yan karakterlerin isimlerinde de görebiliyoruz, özellikle askeriyedeki komutanların isimleriyle bariz bir dalga geçme durumu var. Romana dair değinebileceğim son şey, aslında romana içkin bir şey değil: Çevirmenin yazdığı son söz. HAYATIMDA OKUDUĞUM EN GÜZEL SON SÖZDÜ! Kitabın içindeki ana karakter, sanki çevirmenle savaşta tanışmış gibi, onun ağzından ama çevirmen tarafından yazılmış bir son söz var. Bu fikir bence dünya edebiyatına geçmeli, olağanüstü etkilendiğimi söyleyebilirim. Son söz “Çevirinin Sonuna Yolculuk” başlığını taşıyor ve yazarın üslubuna uydurularak, sanki bizzat yazarın kendisi yazmış gibi yazılmış. Çevirmen Yiğit Bener’in öykü kitapları olduğunu öğrendim ve onları da derhal okuyacağım. Aslında ne desem boş; bu kitabı mutlaka okuyun, okutturun. Hakan Günday’ın da en sevdiği kitaplardan birisi olduğunu öğrendim ve sevindim. Son olarak, bu kitabı beğenenlere önerebileceğim ve bu romana yakın bulduğum kitaplar (hepsi epey biliniyor ama, olsun): J.P.Sartre – Bulantı Fernando Pessoa – Huzursuzluğun Kitabı Dostoyevski – Yeraltından Notlar Albert Camus - Yabancı
Gecenin Sonuna Yolculuk
Gecenin Sonuna YolculukLouis Ferdinand Celine · Yapı Kredi Yayınları · 20224,062 okunma
··
173 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.