Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

104 syf.
·
Puan vermedi
stoa felsefesini kanaatimce en başarılı bir şekilde öğreten kitap cicero’nun yazdığı paradoxa stoicorum / stoacıların paradoksları isimli eserdir. bu eserde cicero, stoa felsefesinin üzerine inşâ edildiği altı temel paradoks üzerinde incelemelerde bulunur. bu eseri, imge yayınevi latince - türkçe karşılaştırmalı biçimde yayınlamıştır ancak piyasada olup olmadığını bilemiyorum. bendeniz, cicero’nun bu eserinden hareket ederek paradoksları daha basit bir şekilde izah etmeye çalıştım. burada şu hususa dikkat edilmelidir, cicero stoacı bir filozof değildir. hattâ onun filozof olup olmadığı meselesi de oldukça tartışmalıdır. çünkü yazdığı eserlere baktığımız zaman özgün bir fikir üretmediğine tanıklık ederiz. daha çok akademia ekolünün ve stoacılığın etkisinde kalmış ve roma imparatorluğu’nda felsefî düşüncenin yayılması için çaba sarfetmiş bir felsefe eleştirmeni olarak görebiliriz cicero’yu. gerçekten de yunanca olan felsefî kavramları latinceye çevirmeye çalışması, eserlerinde sık sık kendisinden evvel yaşamış filozofların ve politikacıların düşüncelerini açıklamaya çalışması -ki paradoxa stoicorum bunun tipik bir örneğidir- durumun böyle olduğunu göstermektedir. yine de yaşadığı dönemi göz önünde bulundurduğumuzda yazdığı eserlerin ne kadar önemli olduğunu kavrayabiliriz. vi. paradoks dışında, paradoksların altına kendi izlenimlerimi yazdım. vi paradoks ise cicero’nun eserinden alıntılar içermektedir. bu yazımda temel olarak imge yayınevinin i. baskısını esas aldım. bu yazının felsefe tarihine damgasını vurmuş stoacılığın biraz da olsa anlaşılmasına katkıda bulunmasını allah’tan diliyorum. i. paradoks: "sadece onurlu olan iyidir." birinci paradoksun ortaya çıkmasına sebep olan en temel ayrım maddi şeyler ile manevi şeyler arasındaki ayrımdır. şöyle ki, cicero para, ev, güç gibi geçici ve maddi şeylerin insana iyilik/ahlakilik kazandırmayacağını iddia etmektedir. gerçekten de para başkası tarafından ele geçirilebilen, bir başka deyişle "yitirilebilen" bir şeydir. keza güzellik/yakışıklılık zaman tarafından yıpratılabilen, kalıcılıktan son derece uzak olgulardır. bunun gibi tüm maddi şeyler sınırlı, geçici, tanrısallıktan uzak şeyler olduklarına göre, bunların insana iyilik, mutluluk kazandırabileceğine inanmak mümkün değildir. bir an için kazandırabileceğini varsaysak bile, bu elbette sahte bir iyilik/mutluluk olur. çünkü sahtelik, kalıcılıktan uzakta olduğu gibi hakikatten de uzaktır. demek ki iyiliğin kaynağını gelip geçici maddede aramak son derece yanlış tercih olacaktır. epikürcülerin iddia ettikleri gibi iyiliğin kavramını "zevk" kavramında aramak da mümkün değildir. zira "zevk" olgusunun temelinde de madde vardır. madde gelip geçici bir şey iken zevkin bâki olabileceğini iddia etmek saçmalıktan başka bir şey olamaz. kaldı ki zevk, insanın akli muhakeme yetisini körelten bir şey olduğuna göre, nasıl olur da iyiliğin kaynağı/ölçütü olabilir? ayrıca zevke uygun yaşayan, paraya ve güce sahip olan insanlara, sırf bunlara sahipler, böyle yaşıyorlar diye "iyi" denilebilir mi? halbuki "iyi" olan bir şeye sahip olan kişiye "iyi" denilebilir. çünkü "iyi" kavramından pay alabilmek, kişinin kendisini "iyi" kılar. bu sebeple maddi bir şeye sahip olan kişiye, sırf o şeye sahip diye "iyi" diyebilmemiz mümkün olmadığına göre, demek ki bu şeylerin "iyi" olduklarını söyleyebilmemiz mümkün değildir. "doğruluk", "dürüstlük" ve "erdem" kavramları ise maddi şeyler gibi değildir. bir kere bunlar gelip geçici şeyler değildir, zaman tarafından yıpratılamazlar. ikincisi bunlara sahip olan kimseler, sırf bunlara sahipler diye "iyi" olarak nitelendirilebilirler. tarihteki birçok şahsiyet, "zengin, güçlü" oldukları için değil ve fakat "dürüst, erdemli, onurlu, cesur, fedakar" vs oldukları için "iyi" olarak tanımlandırılmaktadırlar. dolayısıyla bu kavramlar "iyilik" kavramının bizzat karşılığını oluşturmaktadırlar. son olarak, madde ve zevkler arzulamayı doğurur. arzulamak ise insanı köleliğe kadar götürebilen bir şeydir. zenginliğe değer veren birisi, rahat rahat para harcayabilmeyi bile beceremez, çünkü zenginliğin zorunlu öğesi paradır ve devamı için de paranın muhafazası şarttır. bunun gibi maddi şeyler üzerine inşa edilmiş ahlâk, insanı ancak köleleştirir. halbuki "erdem" üzerine inşa edilmiş ahlâk insanı özgürleştirir. çünkü böyle bir insan, kendinden başka hiçbir şeye değer vermez; hırslardan, arzulardan, zevkten uzak bir yaşam sürerler. -metindeki bias örneği, seneca'nın verdiği stillbon örneği bunu anlatabilmek içindir.-/-keza "talih" de burada devreye girer. zira talih sonucunda gerçekleşen olaylar kişinin kendisinden neşet edemediği için kişiye hiçbir şey kazandıramaz.- ii. paradoks: "erdem mutluluk için yeterlidir. birinde erdem varsa o, mutlu bir yaşam sürmek için her şeye sahip demektir." ii. paradoksun izahında "erdem" ve "iyi" kavramlarıyla ilgili oldukça önemli açıklamalar yapılmaktadır. mesela, mutlu olmak erdemli olmaya bağlanmış, aynı zamanda "kendi kendine yetmek" ve "sahip olunan her şeyi benlikte taşımak" mutluluk sebebi olarak gösterilmiştir. demek ki "erdem" kavramının bunlarla yakından ilgisi mevcuttur. "sahip olunan her şeyi benlikte taşımak" sözünden "kişi sahip olduğu tek şeyin kendisi olduğunu bilmelidir." sözü anlaşılmalıdır. (bias ve stilbon örneklerine atıfla.) yine "kendi kendine yetme"yi de "mala mülke tamah etmemek, hırslı olmamak, zevk düşkünü olmamak" ile birlikte ele almak gerekir. aksi takdirde ı. paradoksa aykırı sonuca varılmış olur. burada şuna değinmek gerekir: cicero paraya, zevke, şöhrete karşı değildir. onun düşüncesine göre, konu maddi şeyler olduğunda ölçülü olmak, onlara fazla değer atfetmemek, onları benliğin temeli ve/veya benliğin muhteviyatı olarak görmemek gerekir. kötü olan ölçüsüzlüktür,sadece maddi şeylere önem vermektir, kişinin kendisini maddeyle anlamlandırmasıdır. bu sebepledir ki cicero talih kavramının üzerinde çokça durur. tüm maddi şeyler -sahip olunan diyelim; zenginlik, beden güzelliği vs- talihin eseri olduğu için, bir başka ifadeyle kişinin kendinden sâdır olmadığı için, kişinin kendine ait olan şeyler değildirler. bu sebeple, talih eseri sahip olunan şeyler yine talihin eseri neticesinde kaybedilebilir. işte kendini talih eseri neticesinde sahip olunanlarla tanımlayan kişiler, onları yitirdikleri zaman kendilerini de yitirirler ve yok olup giderler. halbuki "iyi, bilge, mert" gibi erdemlere sahip olan, sadece kendisine sahip olduğunu bilen, maddi şeylerin geçici olduklarının idrakinde olan kişiler sonsuzluğa erişiler ve mutlulukları talih gibi ne olduğu belirsiz olan ve kesin olmayan bir şeye değil, kendileri gibi belirli ve kesin bir şeye bağlanmış olur. bu sebepledir ki; erdem mutluluk için yeterlidir ve birinde erdem varsa o, mutlu bir yaşam sürmek için her şeye sahip demektir. iii. paradoks: "işlenen suçlar da doğru yapılan işler de kendi içinde denktir." bir önermeyi anlayabilmek için "kavram" denilen şeyi açıklayabilmek gerekir. zira cicero "erdem", "iyilik", "doğruluk" gibi kavramların artıp azalamayacağından yola çıkarak temellendirmede bulunuyor. o hâlde bu kavramlar neden artıp azalmaz? hemen belirtmek gerekir ki; bir kişi "iyi" veya "erdemli" olabilir fakat sonradan o kişi bu özelliklerini yitirebilir. cicero'nun bahsettiği şey bundan farklıdır. zira o, "iyilik" ve "erdem"in bizzat kendisinden bahsetmektedir. konuyu daha fazla aydınatmak adına platon'un "idea" kavramına bakmakta fayda vardır. platon'a göre "varlık" ile "var olan" birbirinden farklı şeylerdir. elimde tuttuğum kalem "var olan/şey/nesne"dir. bu kalem bozulabilir, değişebilir veya başka bir şeye dönüşebilir. çünkü her şeyden önce elimde tuttuğum kalem maddedir ve maddenin en temel özellikleri değişebilmesi, dönüşebilmesi veya bozulabilmesidir. ancak, elimde tuttuğum kaleme "kalem olma" vasfını kazandıran şey maddi değildir; bu sebeple değişemez, dönüşemez veya bozulamaz. işte bu şey "kalem ideası"dır, elimde tuttuğum kaleme "kalemlik" vasfını kazandırır. "varlık" ile "var olan" arasında da aynı ilişki vardır. "varlık" şeylere "var olma" vasfını kazandıran kavramdır (nelik veya idûlûk). dolayısıyla "iyi olandan" daha iyi olan başka bir "iyi olan" bulunabilir. ancak "iyilikten" daha iyi başka bir "iyilik" olamaz. bunun aynısı "erdem" ve "erdemli olan" için de geçerlidir. cicero da "nesne" ve"kavram" arasındaki farktan yola çıkarak ııı. paradoks'u temellendirmektedir. çünkü o suç "kavramından" yola çıkmakta, yasak ihdâs eden bir normun çiğnenmesinin suçun oluşabilmesi için yeterli olduğunu savunmaktadır. bu norm ihlâlinin biçimi, ihlâlde kullanılan aracın ne olduğu, ihlâlle elde edilen menfaatin boyutu önemli değildir; önemli olan yasak öngören herhangi bir normun ihlâl edilmesidir. hâl böyle iken bir kimseye hakaret eden kişi ile bir kimseyi öldüren kişi eşit derecede suçludur. çünkü ikisi de yasak öngören ceza normunu çiğnemiştir. platon'un ifadesiyle, ikisi de "suç" kavramından pay alarak suçlu olmuşlardır. peki, stoacılar veya cicero, hakaret eden kişi ile katilin aynı ceza ile cezalandırılması gerektiğini mi savunuyorlar? bir başka ifadeyle "suçun büyüğü küçüğü olmaz, suç suçtur." derken "tüm suçlara aynı ceza uygulanmalıdır." mı diyorlar? hayır. yukarıda da belirttik, "iyi olandan" daha iyi bir başka "iyi olan" olabilir. dolayısıyla "suçlu olandan" daha fazla başka bir "suçlu olan" olabilir. ceza tayininde bakılması gereken husus da buna göre belirlenmelidir. bir kişi başka bir kişiye karşı hakaret ederse, yaptığı eylemle o kişinin şerefli yaşama hakkına müdahale etmiş olur. ancak cinayet suçu işleyen bir kişi, yaptığı eylemle maktulün bütün haklarına müdahale etmiş olur. bu sebepledir ki katile daha fazla ceza verilmesi gerekir. özetle bu iki kişi yasağı çiğnediği için eşit derecede suçludur -kavram olarak suçludur- ancak yaptıkları eylemin sonuçları birbirinden farklı olduğu için onlara tayin edilecek ceza da birbirinden farklı olmalıdır. cicero bu durum için, "biz, cezanın büyüklüğünü/ ya da azlığını çokluğunu tartışmalıyız." demektedir. modern ceza hukukunda da ceza tayini ile "korunan hukuki değer" arasında bağ kurulmuştur. ceza normunun koruduğu hukuki değer ne kadar önemli ise bu ceza normunun ihlalinde verilecek ceza da o kadar fazla olacaktır. ancak burada hırsızlık suçu için öngörülen özel bir durumdan bahsetmek gerekir, cicero da metninde bundan bahsetmektedir. başkasına ait bir kalemi çalmakla yüklü miktarda para çalmak arasında fark var mıdır? modern hukuk perspektifinden bakacak olursak, hırsızlık suçunda korunan hukuki değer zilyetliktir. dolayısıyla zilyet olunan şeyin ne olduğu önemli değildir, önemli olan şeyin zilyetliğini, zilyedin rızası hilafına iktisap etmektir. ancak zilyet olunan şeyin değeri, ceza tayininde dikkate alınır. bu sebeple kalem çalmakla para çalmak arasında fark yoktur, ikisi de hırsızlık suçunu oluşturur; ancak kalem çalana daha az ceza verilir, hatta ceza vermekten vazgeçilebilir de. ancak cicero, bu durumda "hata"nın cezalandırılacağını kalem çalan ile para çalanın hatasının aynı olduğunu, dolayısıyla ikisinin de eşit derecede cezalandırılması gerektiğini ileri sürmektedir. iv. paradoks: "aptal olan her kişi aynı zamanda delidir." cicero bu paradoksu azılı düşmanı olan pulcher'e seslenerek temellendirmektedir. "aptal", "zekâsı pek gelişmemiş" anlamına gelmektedir. "deli" ise, "doğru" ile"yanlış"; "iyi" ile "kötü"; "güzel" ile "çirkin" arasındaki farkı ayırt edemeyip genel kanının aksine/normalin dışında davranışlar sergileyen kişiyi -ayırtım gücü/temyiz kudreti olmayan- ifade eder. aptal, zekâ gelişmemiş olduğu için akli muhakemeyi tam olarak yapabilme yeteneğinden de mahrumdur. bu sebepledir ki tıpkı deli gibi o da iyi/doğru/güzel olanı tercih etmekte sıkıntı çeker. dolayısıyla aptal ile deli arasına pek bir fark yoktur. ayrıca yukarıdaki pasajlarda cicero erdemli olanın kötülüklerden etkilenmeyeceğini de bir kez daha ifade ediyor. yine maddi şeylerini yitiren kişinin herhangi bir zarara uğramayacağını yine belirtme ihtiyacı duyuyor. bunların tam aksini düşünen kişinin aptal dolayısıyla deli olduğunu söylemeye gerek yoktur. pulcher de cicero'nun evini yakmakla , onu sürgüne göndermekle ona zarar verdiğini düşündüğü için aptaldı, dolayısıyla da deliydi. son olarak belirmek gerekir ki, cicero'ya göre devletin devlet olabilmesi için consul ve senato'ya -dolayısıyla cumhuriyet ile yönetilmesine-, kanunlara riayet edilmesine, yargı kararlarının uygulanmasına, keyfiliğin hüküm sürmemesine , zalimliğin yok edilmesine yurttaşların devlete güven duymasına ihtiyaç vardır. bu sebeple cicero, devletin zorbalıkla veya tiranlıkla yönetilemeyeceği, bunlar mevcutsa devletin ortadan kalkacağını iddia etmektedir. (daha detaylı bilgi için bkz: de re publica). v. paradoks: "yalnız bilge kişi özgürdür, aptal olan köledir." bu paradoks stoacı ahlâkı anlayabilmek adına oldukça önemlidir. zira ahlâk felsefesinin en önemli konusu özgürlük problemidir. cicero, bu paradoksu izah ederken kısa da olsa "özgürlüğün ne olduğu"nu da söylemektedir: insanın arzuladığı gibi yaşama gücü, özgürlüktür. tam da bu noktada bilge olan kişi ile aptal olan kişi arasındaki fark özgürlük meselesinde de kendini gösterir. çünkü özgürlük tanımında "arzulama" kavramı geçmektedir, ki stoacı filozoflar bu kavram üzerinde titizlikle durmuşlardır. cicero'dan sonra yaşamış olan stoacı filozof epiktetos, arzulamanın insanın kendisine bağlı olan şeylerden olduğunu, dolayısıyla insanın bu güdüsünü ustalıkla yönetmesi gerektiğini ifade etmiştir (enkheiridion). dolayısıyla özgürlük her ne kadar insanın arzuladığı gibi yaşaması olsa da insanın arzularının neye yönelmiş olduğu da önemlidir. zira arzuların yöneldiği şeyler de insanı köleleştirebilir. zenginlik tutkusu, daha önce de belirttiğimiz gibi insanı paranın kölesi yapar. ayrıca zengin olmak için çabalayan insan, zenginliğinin bağlı olduğu insanların emirlerine göre yaşamayı da göze almalıdır. demek ki zenginliğe yönelmiş arzu insanları özgürleştirmek bir yana daha da köleleştirir. epiktetos buna çözüm olarak şunu söyler: arzulama, insanın kendisine bağlı olmayan şeylere yönelmemelidir. insanın kendisine bağlı olmayan şeyler de talihle ilgili olan şeylerdir ki zenginlik buna örnektir. işte bilgenin özgürlüğü ve aptalın köleliği arasındaki fark buradan kaynaklanır. bilge birisi neyi arzu etmesi gerektiğini bilir ve ona göre hareket eder, fakat aptal olan birisi arzularını duygularına ve hırslarına göre yönettiği için köleliğe mahkumdur. tam da bu noktada mesele basit bir ahlâk felsefesi sorunu olmaktan çıkıp epistemolojik bir meseleye dönüşür, zira konuya "bilgi" dâhil olur: özgürlüğün bilgisi. cicero'nun yaptığı tanımdan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: bilge kişi,kendisini özgürlüğe eriştirecek olan arzulama güdüsünü nasıl yönetmesi gerektiğini bilir. aslında bu meseleye yukarıda değindik. epiktetos'un kendine bağlı olan/olmayan şey ayrımından bahsediyorum. kişi kendisine bağlı olmayan şeyleri arzularsa sefil bir köleliğe mahkûm olur. yukarıda verdiğimiz zenginlik örneğinde olduğu gibi. zira zenginlik, talihle ilgili bir şey olduğu için, kişinin kendisine bağlı olmadan gerçekleşir. kişinin kendisine bağlı olmadan gerçekleştiği için de kişi, zenginliğe asla sahip olamaz. sahip olunamayacak şeye sahip olmak da kişiyi köleleştirmekten başka bir işe yaramaz. işte bilge birisi, bunu fark edebilen kişidir ve ayrıca kendine bağlı olan şeyleri arzulaması gerektiğini bilir. böylece bilge özgür olurken, aptal köle olur. (iv. paradoksla ilintilidir ayrıca.) vi. paradoks: "sadece bilge kişi zengindir." "...bence 'zengin', özgürce yaşamaya yetecek kadar mala mülke sahip olan, bundan fazlasını beklemeyen, elde etmeye çalışmayan ve arzulamayan insandır. zengin olup olmadığını kendi özbenliğin göstermelidir, insanların ne dediği ya da senin neye sahip olduğun değil." (s.83) "...bir insanın çok zengin sayılması için çok değerli bir şeye sahip olması gerekiyorsa; hiçbir mal ve hiçbir hazine aslında erdemden daha değerli sayılamayacağına göre, gerçek zenginliğin erdemde olduğundan kim kuşku duyabilir?" (s.89) "...gerçekte zenginliğin ölçütü malın mülkün değeri değil, kişinin yaşam tarzı ve kültürüdür. hırslı olmamak zenginlik, açgözlü olmamak kazanç getirir. kuşkusuz, elindekinden tatmin olmak en büyük ve en sağlam zenginliktir." (s.91) "...sadece erdemle donatılmış kişiler zengindir; çünkü sadece onların sahip oldukları hem sınırsız hem de sarsılmazdır ve sadece onlar sahip olduklarıyla tatmin olurlar, ellerindekilerin yeterli olduğunu düşünürler, daha fazlasını arzulamazlar, hiçbir şeye gereksinim duymazlar, hiçbir şeyden yoksun olmadıklarını düşünerek daha fazlasını elde etmeye de çalışmazlar.buna karşın ahlâksız ve açgözlü kişiler şansa bağlı ve gelip geçici şeylere sahip oldukları ve her zaman daha fazlasını elde etmeye çalıştıkları için, onlar arasında elindekinin yeterli olduğunu düşünen biri şimdiye dek hiç çıkmadığına göre, böyle kişilerin kesinlikle varlıklı ve zengin olmadıklarını, tersine muhtaç ve fakir olduklarını düşünmemiz gerekir." (s.93)
Stoacıların Paradoksları
Stoacıların ParadokslarıMarcus Tullius Cicero · İmge Kitabevi · 2016136 okunma
··
375 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.