Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

88 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Ziya Gökalp.. 2. Abdülhamid devri istibdadınının büyük savaşçısı.. İttihat ve Terakki'nin siyasi gücünü arkasına almış hürriyetin düşünsel kahramanı.. Atatürk'ün 'fikirlerinin babası'.. Ve yeni kurulan cumhuriyetin ideoloğu.. Herşeyden önce Türkiye’de 1914 gibi çok erken denebilecek bir tarihte, sosyoloji kürsüsünü kuran adam. Ki o dönemde sadece, sosyolojinin ortaya çıktığı Fransa'da uzun çabalar sonucu sosyoloji kürsüsü kurulabilmiştir. Biz sosyologlar için değerli olsa da zaman içerisinde Türk sosyolojisindeki yerini Anglo-Sakson ve Fransız sosyolojisi teorileri almıştır. O kadar sosyoloji dedik, peki nedir bu sosyoloji? :) Sosyolojinin bir bilim olarak ortaya çıkışı kabaca ifade etmek gerekirse, Avrupa’daki çok hızlı gelişen toplumsal değişimlerin yarattığı sorunları tanımlayıp bunlarla başa çıkabilmek nedeniyle gerçekleşmiştir. Ortaya çıkan kaosun sebepleri araştırılmış, yeni bir toplumsal düzen yaratılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra sömürge amacıyla Afrika, Avustralya gibi kıtalarda yaşayan yerlilerin sosyo-ekonomik yapıları, yaşayışları vb. durumların araştırılması da bu bilimin ortaya çıkmasında büyük payı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Ancak şunu da belirtmek istiyorum; Comte, Durkheim, Spencer gibi sosyologlar toplumsal sorunları tanımlama aşamasında, toplumların yaşadığı değişimleri doğrusal biçimde açıklamaya çalışır. Darwinci görüşün de etkisiyle toplumların geçirdiği evrimi aşama aşama tanımlayarak çözümleme yaparlar. Ziya Gökalp de yaşadığı dönemin diğer düşünürleri gibi Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bunalımlardan çıkış yollarını araştırır ancak bunu yaparken bir çoğundan farklı olarak sosyolojiyi kullanır. Bulduğu çözüm yollarını dönemin çeşitli dergilerinde yayımlanan makalelerinde bulmak mümkündür. Bu makalelerinin küçük bir toplamı olan, hacim olarak da küçük diyebileceğimiz “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” isimli eseriyle, onun Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu bunalımdan kurtaracak çözümlemelerini ve sosyolojisini anlamaya dair bir kapı aralamak niyetindeyim. Yukarıda sosyolojinin ortaya çıkışından bahsederken toplumsal sorunları tanımlamaya değinildiğini ve doğrusal tarih temel alınarak toplumların da çeşitli aşamalardan geçerek son haline ulaştığını açıklamaya çalıştım. Ziya Gökalp ise bu eserinde Batılı sosyologlardan farklı olarak ne toplumsal sorunları tanımlamaya çalışır ne de doğrusal tarih aşamalarından bahseder. O, içinde yaşadığı topluma direkt çözüm odaklı yaklaşır. Ona göre Osmanlı Devleti, Türkleşmenin, İslamlaşmanın ve çağdaşlaşmanın içerdiği bir reform uygulamalıdır. Yukarıda adı geçen eserinde öncelikle bu kavramların temsil ettiği ideolojilerin ya da akımların tek tek uygulandığını ancak eksik olduğunu ve işe yaramadığından bahseder. Sonrasında ise bu akımların üçünün birlikte uygulandığı takdirde çözüm olacağını belirtir. Peki Gökalp’e göre Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak aynı anda nasıl uygulanabilir? Batı’nın, Hristiyanlık temelinde, bağımsız tek tek devletlerin oluşturduğu din odaklı uluslararası bir medeniyet olduğunu belirtir. Burada uluslararası kavramını günümüz anlamıyla değil de din temelinde almış olması önemli. Ona göre Hristiyan dinine mensup devletler uluslararası bir medeniyet kurarken, Müslümanlar da bu konuda Hristiyanlardan geri kalmamalıdır. Bu Hristiyan dinini temel alan uluslararası medeniyetin karşısına yine din odaklı bağımsız Müslüman devletlerin oluşturduğu bir birliği, İslam medeniyeti olarak yerleştirir. Dünyayı kabaca doğu-batı olarak ayırdıktan sonra Doğu medeniyetinin içeriğini doldurmaya çalışır. Öncelikle tutsak olan Müslüman devletler bağımsızlığını kazanmalıdır. Sonrasında halifeliği elinde bulundurduğundan dolayı önder olması gereken Osmanlı Devleti, bu Müslüman devletlerden oluşan birlik için çalışmalıdır. Ancak burada bir parantez açılmalı; Müslüman devletlerin bağımsız olması gerektiğinden bahsederken Rusya’nın tahakkümü altında bulunan Türki toplulukları kast eder, Arapları değil. Çünkü o dönemde Araplar zaten Osmanlı Devleti’nin içinde yer almakta ve zaman zaman çıkardıkları isyanlarla devletin başını ağrıtmaktadır. Bunun yanısıra kendi milliyetçi ideolojilerini de oluşturma çabası içindedirler. Burada önemli bir noktaya değinir Gökalp; ona göre çeşitli kurultaylar toplanarak İslamiyet’in Arap unsurlardan ayrıştırılması gerekmektedir. Çağdaşlaşmayı en basit anlamıyla teknik bilgi içeren alet-edevat yapımı ve kullanımı olarak ele alır. Tek tek bağımsız devletlerden oluşacak olan bu İslam medeniyeti Batı’dan bu anlamda geridedir, Batı ile aynı düzeye gelene kadar onların teknik bilgisini almalıdır. Ancak teknik bilginin oluşumunda altında yatan manevi bilgi birikimini ve felsefeyi almasına gerek yoktur. Bu maneviyat için İslam’ı yeterli bulur. Türkçülük konusuna gelince; “Turan, Türklerin oturduğu, Türkçe’nin konuşulduğu bütün ülkelerin toplamıdır.” diyerek manevi bir bağ üzerinde kurulan gerçekçiliği gözler önüne serer. Tüm Türklerin sınırları belli bir devletin çatısı altında birleştirilemeyeceğinin farkındadır. Bunun nedenlerini ise Türk topluluklarının beslendiği kültürlerin farklı oluşu, sosyalizm düşüncesi nedeniyle bölgesel edebiyatların oluşturulması ve Avrupa odaklı “Türkler uygarlık kuramaz” temelli karalama kampanyasından doğan umutsuzluk olarak sıralar. Bunların yanı sıra dilin bölgesel lehçelere ayrılması da bir başka etkendir. Bağımsız Türk-İslam devletlerinin dilinde var olan bu farklılıkları giderecek çözüm ise İstanbul Türkçesini temel almaları gerektiğidir. Bir diğer çözüm yolu ortak Türk kültürü yaratmaktır. Bu da yaşanan coğrafyaya bağlı olarak başka kültürlerin taklit edilmesini önleyecektir. Böylelikle sınırlar farklı olsa da İslam medeniyeti altında ortak bir kültür ve dil ile manevi anlamda bir Türk ulusu tesis edilebileceğini söyler. Ziya Gökalp bu üç düşünce akımı üzerinde yeni bir toplum tasarlarken, Osmanlı Devleti’nin yıkılıp da yerine yeni bir Türk devleti kurulacağını belki öngöremedi ama farkında olmadan da bu yeni devletin nasıl kurulabileceğinin ipuçlarını kitabında da yer alan “Ulus Ülküsü” isimli makalesinde verir. Ülkü kavramını var olan bunalım karşısında bilinçsiz bir evreden bilinçli bir evreye geçiş olarak tanımladıktan sonra, bu bilincin oluşmasında var olan birtakım kurumlar çerçevesinde örgütlenmenin gerekli olduğunu belirtir. Bu bilinçli örgütlenmiş grubu da ancak ulusal bir dilin sağlayabileceğini söyler. Burada, dil konusundaki açıklamalarında bazı çelişkiler göze batar. Hristiyan Batı medeniyeti nasıl ki kavram ve terimlerini kutsal kitapları İncil’in dili olan Yunancadan aldıysa, İslam medeniyeti de kavram ve terimlerini Kur’an-ı Kerim’in dili olan Arapçadan alması gerektiğini belirtir. Ancak bunun dışında Ziya Gökalp’e göre günlük kullanımda halkın konuştuğu Türkçe kullanılmalı, bununla birlikte dil bilgisi kuralları Türkçeleştirilmelidir. Dilin ulusal birlik oluşturacağının üzerinde özellikle durmasına rağmen niçin kavram ve terimleri Arapçadan almak yerine Türkçeleştirilmesini önermez? Onun belirttiği gibi terimlerin Arapçadan alınması halinde dilde ikilik oluşacağı muhakkaktır. Bu küçük eserine ve Ziya Gökalp'e dair övgü olarak da yergi olarak da yazılacak çok şey var. İyi okumalar dilerim :)
Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak
Türkleşmek İslamlaşmak MuasırlaşmakZiya Gökalp · Ötüken Neşriyat · 20173,032 okunma
·
111 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.