Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

277 syf.
·
Puan vermedi
Geçen sene okuduğum bu kitabı ara ara açar kısa okumalar yaparım. Geçenlerde kitabın ölümle ilgili bölümüne denk geldim. Genel bir incelemeden ziyade kitaptaki bu bölümün bende uyandırdıklarını paylaşmak istedim. Keyifli okumalar. ''Doğduğunda sen ağlamıştın, herkes bayram etmişti. Öyle bir hayatın olsun ki öldüğünde herkes ağlasın sen bayram et.'' Kızılderili Atasözü Dünyada ilk ölüm hadisesi Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesiyle gerçekleşmiştir. Yani anlayacağınız ilk ölüm doğal sebeplerle değil, bir cinayet sonucunda vuku bulmuştur. Hem de kardeşin kardeşi öldürmesiyle. Bu bile esasında dünyanın ne menem bir yer olduğu hakkında bize ufak bir ipucu verecektir. Her şeyiyle bel bağladığımız bu dünya Allah’ın Adem’i cezalandırmak için gönderdiği dünya değil midir? Bu açıdan bakıldığında insanlık olarak bulunduğumuz konumun ciddi bir çelişkiden ibaret olduğunu görebiliriz. Celladına aşık insanlar gibiyiz. Dünyanın keskin dişlerine boynumuzu uzatmış öylece bekliyoruz. Sıramızı beklerken yanımızdakilerin durumu da açıkçası bizi pek ilgilendirmiyor. İlgilendirmemekten ziyade olanların karşısında adeta üç maymunu oynuyoruz. Görmüyor, duymuyor ve bilmiyoruz. Kendimizi sürekli bir şeylerle meşgul edebilmenin amacı ve gayreti içerisindeyiz. Radyasyondan koşarak kaçmaya çalışmak gibi bizim bu halimiz. Önünde sonunda bizi yakalayacak olan o ölümden kaçmanın yollarını arayıp duruyoruz. Ölümü hayatımızın akışında bir yere koymuyor, aksine onu unutabilmek için tam manasıyla karıncalar gibi didiniyoruz. Fakat unuttuğumuz bir şey daha var. Ölüm onu hiç düşünmeyenleri dahi ziyaret edebilecek kadar düşüncelidir. Bilinmezlerle dolu olan bu hayat sinemasının başrolünü her defasında ölüm üstlenmemiş mi? Ölüm üstlendiği bu rolü hiç şaşmadan en iyi şekilde icra ede gelmiş tarih boyunca. Fakat insan olarak bizler bu filmin neresindeyiz? Figüran olmayı reddedenler daima bir iz bırakmış. Baki kalan bu kubbede o hoş sadayı bırakabilmenin peşine düşmüşler. Bugün bu isimler fikirleriyle olsun, eserleriyle olsun kanlı canlı bir insanmış gibi aramızdalar. Peki biz neredeyiz? Tabiri caizse saman gibi bir hayatımızın olduğunun farkında mıyız? Bu gidişli gelişli dünyada bizim konumumuz tam olarak nedir? Bir gece kulübünün giriş kapısında yer alan ‘’unutmak için içeceksen ödemeyi önceden yap’’ uyarısı özetliyor belki de tüm bu ahvalimizi. Günlük hayatımıza şöyle bir dönüp bakarsak kendimizi sürekli bir şeylerle meşgul ettiğimizin farkına varırız. Televizyon, sosyal medya, alkol, sonu gelmeyen eğlenceler, cümbüşler… Dışarıdan bakıldığında her ne kadar farklı şeylermiş gibi görünse de hepsinin sanki aralarında gizli bir anlaşma yapmışçasına ortaklaşa üstlendiği bir görev var: Unutturmak. Ölüm fikrinin bizi çıldırtmıyor oluşu da tam olarak bundan kaynaklı. Sürekli bir unutma faaliyeti içerisindeyiz. Ölümü unutma süreci ise en temel zihni süreçlerimizden biri olmuş durumda. Bu unutma süreci içerisinde yalnızca ölüm fikrinden değil insanlığımızdan da uzaklaşıyoruz esasında. Çünkü ölümü unuttuğumuz nispette insanlığımızdan da bir şeyler kaybediyoruz. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar en nihayetinde hiç yaşamamış gibi ölmeye mahkum oluyorlar. Çünkü bu insanlar ölüm fikrinin uçup gidici olan hayatımıza kattığı o anlamdan mahrum kalıyorlar. Sabah evden çıktığımızda annemiz olsun, eşimiz olsun ya da bir başkası olsun ona şöyle bir kıyıdan köşeden selam verir, kapıyı açar çıkar gideriz. Belki bunu bile yapmaz yılan gibi kıvrılırız o sıcacık yuvamızdan selamsız sabahsız. Fakat ölüm fikrinin hayatımızda bir yeri olmuş olsaydı işte o zaman mis kokusunu içimize çeke çeke karşımızdakine sımsıkı sarılırdık. Ticaretle uğraşıyorsak müşterimizi kazıklamanın yollarını aramaktan vazgeçerdik mesela. Siyasetçiysek millete bir yığın insan gözüyle değil her birinin bir başka dünyayı ihtiva ettiği anlayışıyla yaklaşırdık. Öğretmensek eğer, ‘‘memleketi ben mi kurtaracağım kardeşim’’ demeyi bir kenara bırakır ve her bir çocuğun bu memleket için bir umut ışığı olabileceği hayaliyle gül bahçelerine çevirirdik sınıflarımızı. Her ne iş üzereysek onu en iyi şekilde yapmaya çalışırdık anlayacağınız. En ufak bir canlıya dahi zarar vermekten imtina ederdik. Çünkü bilirdik ki tepemizde dönüp dolaşan ölüm adlı o bumerang her neye zararımız dokunduysa filmin sonunda bize misliyle ödetecek. Yalnızca içinde bulunduğumuz toplumun değil dünyanın bugün neden bu halde olduğuna dair bir fikrimiz oluşmuştur sanırım. Bunca hayal kırıklıkları, savaş, kan, vahşet, gözyaşı… İnsanlık olarak tüm bunlar unutkanlığımızın bir cezasıdır bizlere. O zaman ölümü düşünelim dünyayı kurtaralım tarzı bir anlayış değil benimkisi. Keşke bu kadar kolay olsa her şey. Ölümü düşünmek, onu hayatımızın merkez noktasına koymak bir şeyleri değiştirecektir elbette. Ama her şey de o bir şeyden başlamaz mı? Şairin bir kitabında yer alan ‘’Kötülükleri bitiremeyiz belki ama iyilikleri çoğaltabiliriz’’ ifadesi yolumuzu aydınlatmalı. Yazımızın en başında da dediğim gibi ilk ölümün kardeşin kardeşi katlederek gerçekleştiği bu diyarda kötülük olmasın demek tam manasıyla bir saf niyetlilik olacaktır. O halde öncelikli olarak kendi içimize bir yolculuk yapacak, kendi dünyamızı değiştireceğiz. Kendi dünyasında en ufak bir şeyi dahi değiştiremeden başkalarını değiştirme sevdasına kapılanların akıbetlerinden ibret alacağız. Daha sonra iyilikleri çoğaltabilmek umuduyla yaşayacak ve bu amaç uğruna ter dökeceğiz. Bugün açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun yanaklarından süzülen o gözyaşının tüm dünyadan büyük olduğunu anlayacağız böylelikle. Evine iki kuruş para götürebilmek umuduyla inşaat köşelerinde çalışan o yetimin omuzlarındaki yükün dünyadan daha ağır olduğunu kavrayacağız. Bir Filistinlinin üzerine doğru gelen tankı durdurmak için elinde tuttuğu o sapanın kaç nükleer bombaya denk geldiğini hesaplamak için kafa yoracağız. Tüm bunlardan sonra eğer kalmışsa üzerimizde yürek diye taşıdığımız o şeyden bir eser ve hala duruyorsa tepemizde akıl diye tuttuğumuz kırık dökük pusula, düşe kalka bulacağız kaybettiğimiz o merhamet yurdunu. İşte ölümü düşünmek budur. Bizden başkalarının da bu gezegende var olduğunu, tek derdi olanın biz olmadığını tüm zerrelerimizce anlamak ve hissetmek… Dert diye isyan ettiğimiz şeylerin bir hiç mesabesinde olduğunu görebilmek. Hayatımızın son demlerinde ‘’rüzgar gibi geçti’’ dememek için ölümün her şeyi silip süpürdüğü bu dünyada bir iz bırakabilme kaygısıyla iyilikleri çoğaltabilmenin peşine düşelim. Çünkü ölümün bir diğer adı da unutulmaktır.
Cehenneme Övgü
Cehenneme ÖvgüGündüz Vassaf · İletişim Yayınları · 20209,8bin okunma
··
2 artı 1'leme
·
11,1bin görüntüleme
gaye5 okurunun profil resmi
O kadar güzel bir inceleme olmuş ki. Çok teşekkür ederim. Yazdıklarınız çok önemli şeyler. Derinden etkilendim okurken. Sözcüklerinize sağlık. 💐
Belgin okurunun profil resmi
Bu güzel yazınız için sizi kutlarım. Her bir cümlesi incelemenizi daha da vurucu bir noktaya taşımış.
Bu yorum görüntülenemiyor
Hadi Güler okurunun profil resmi
Akla ve mantığa tamamen uygun tespitler... Harika bir yazı olmuş...
Büşra ALSALAMA okurunun profil resmi
Elim de şu an okuduğum bir kitap, fazlasıyla iyi... yorumunuzu bitirince bir daha okuyacağım
Damla GÖKTAŞ okurunun profil resmi
Çok güzel yazmışsıniz👌
Baran  AYYILDIZ okurunun profil resmi
Kaleminize sağlık çok güzel bir inceleme olmuş.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.