Okuyan bilir Dostoyevski okumak, karakterlerinin iç seslerine kulak vermek demektir. Dostoyevski’yi okuyan bir birey gittiği yoldan sapar bununla kalmaz olaylara ve çevresine de daha farklı bakmaya başlar.
Neden?
Nedeni sizce de çok açık değil zira büyük usta, okurun fabrika ayarları ile oynar ve destekliyorsa yazılım güncellemesi (Dostoyevski 7.0 güncellemesi gibi) gönderir okurun zihnine ki büyük yazar olmakta zaten bunu gerektirir.
Dostoyevski’nin usta kalemini, ince zekasını, müthiş psikolojik tahlillerini burada anlat anlat bitiremeyiz. Bu yüzden direkt okuduğum eserine dönmek istiyorum. Budala, dürüst, ahlaklı, temiz kalpli ve tüm bunların yanında oldukça da saf bir karakter olan sara hastası Prens Mişkin’in aşk hikayesini anlatmaktadır. Bu nokta da aşk kitabı demek ne kadar doğrudur bilemiyorum ancak bir Beyaz Geceler tadında yoğun bir aşk teması işlenmediğini belirtmek isterim. Budala adlı eserinde aşk teması, karakterlerin iç seslerinin, iç buhranlarının, psikolojik ve fikir tahlillerinin gerisinde kalmıştır. Kimi okur aşk temasının ön planda olmasını tercih edebilir ancak bana göre hiçbir sorun teşkil etmemekle beraber memnun bile kaldığımı söyleyebilirim.
Dostoyevski, Budala kitabında nelere değinmemiş ki; ahlak, ölüm psikolojisi, hayata bakış açısı, bilinçaltı, parçalanmış kişilik, toplumsal bozukluk, suçlu psikolojisi, hastalık psikolojisi, saflık ve bununla beraber daha bir sürü kavram Dostoyevski’nin ince zekâsı ile yoğrulup bu kitabında biz okurlara sunulmuştur.
Dostoyevski, tüm karakterlerinin her birine ayrı ayrı ve uzun uzun yer ayırarak deliliklerini, iç buhranlarını ve psikolojik tahlillerini olağanüstü bir ustalıkla yansıtmıştır okuyucuya. Toplumsal bozuklukları, veremli bir kızın üzerinden anlatırken kızın olduğu köyü yaşayan insanlarıyla beraber yakasım geldi. Ölüm psikolojisini idama giden bir adam üzerinden anlatırken de en hafif tabiri ile ürperdim diyebilirim ve bu nokta da bir iç ses alıntılamak istiyorum;
“Mahkûm, şehir sokaklarından geçerek idam sehpasına götürülür… Sanırım bu yolculuk esnasında, önünde yaşayacak daha uzun bir zamanı olduğunu düşünür. Yolda kendi kendine ‘Daha yaşayacağım! Önümde üç sokak var, bunları geçince, bir sokak daha var!’ der. On bin yüz, on bin çift göz… Bütün bunlara dayanması lazımdır. Aklında tek bir düşünce vardır: ‘Burada on bin kişi var; ama onlardan birini değil beni idam ediyorlar!’ İşte, hükümlünün idam alanına kadar yaşadıkları…”
Budala, okuduğum 7. Eseriydi Dostoyevski’nin. Hepsi de birbirinden güzel olmakla beraber henüz okumamış olduğum “Karamazov Kardeşler” kitabını da oldukça merak ettiğimi ifade etmek isterim. Dostoyevski benim nezdimde gelmiş geçmiş en büyük yazarlar arasındadır öyle ki büyük yazar okuyucularının zedelenen ahlak duygularını onarmak için, eserin sonunda ona dayak atmak zorunda kalır. Bu anlamda hangi kitabını okuduysam o dayağı yediğimi söyleyebilirim. Dayak yediğime, yiyeceğime hiç bu kadar memnun olacağım aklımın ucundan geçmezdi. Sadece bu kitabına değil her kitabına kefilim, her kitabını gönül rahatlığıyla öneririm. Keyifli okumalar dilerim.